Yaptığımız Cihat mı?
Zafer, sahih bir iman, aşkla yaşanan bir İslam, birlik ve dirlik içinde bir cemaat ve sabırla yapılan bir cihadın ardından Allahın izniyle muhakkak gelecektir.
Yeter ki yalancı münafıklara, aldatıcı deccallara ve dünya ehli kurnazlara kanılmasın. Zira onlar da cihat cihat diye bağırıp davet edebilirler. Ama Allah Teâlânın dininin değil, kendi iktidarlarının kurulmasına çağırırlar.
Kimi deccallar de vardır ki, kendi kişisel saltanatını gerçekleştirmeye cihat diyerek inanan insanları istismar eder, kendi çıkarları için kullanırlar. Hatta o kadar da yüzsüzdürler ki, gerçekten de Allah Teâlânın rızası için iş yapar olduklarını ifade eden ve bu söylemlerini eylemleri ile de destekleyen kimseler hakkında onlarınki saltanat ve menfaat kavgası, derler, koltuk davası derler. Bunlara göre sadece kendilerinin yaptığı işler kutsal cihat olur. Başkaları ancak kendi kanatları altında çalışırsa, ne âlâ, değilse ihanet içindedirler.
İyi ama onlara bu salahiyeti kim vermiş? Kendileri ile başkaları arasındaki hizmet yetkisi paylaşımındaki farkı biz nerden bileceğiz? Öyle ya, bu iki niyetin de yeri de kalptir. Biz kimin kalbini yarıp da baktık ki? Ya da yapabilir miyiz bunu? Mümkünü var mı bunun?
Kaldı ki dine hizmet ve cihat birilerinin tekeli altında mıdır?
Atalar derler ki, Küp içindekini sızdırırmış.
Biz lafa değil, içten sızana bakmalıyız. İşe ve icraata bakarız. Söylem ve eylem birlikteliğine bakarız. Durduğumuz yer ile varacağımız hedefe bakarız. Ötesi Rabbimize kalmış, bize ne!
Adam yıllarca abit ve zahittir, ama birden bir zikzak yaparak dünyaya dönüyor ve siyasete oynuyor. Adam Tasavvuf ve tarikatlar diyor, birden parti kuruyor. Adam İslam Davası diyor, birden herkesi kendi holdinklerinin ürününe davet ediyor. Adam dava diyerek etrafına adam topluyor, vakıflar dernekler kuruyor, şöhret olunca bir milletvekilliğine satılıp gidiyor. Örnekleri çoğaltabiliriz, ama üzüntüden başka neye yarar ki?
Bu yüzden tevazu diyoruz. Bu yüzden mahviyet diyoruz. Bu yüzden murakabe ve muhasebe diyoruz. Bu yüzden ölçü esas olmalı diyoruz. Bu yüzden ilim ve amel diyoruz. Bu yüzden özgür düşünce ve eleştiri diyoruz. Bu yüzden Allah şımarıkları sevmez diyoruz.
Bu yüzden geri başa dönelim. Ne demiştik?
Hayat çok ciddiyet ister. Laubaliliğe hiç gelmez. Başarı, zafer ve mutluluk, ciddi insanların hakkıdır. Ciddi insanın, yani üstüne düşeni dikkatli ve devamlı yapan, görevi savsaklamayan, tembelliği ve terbiyesizliği aşmış, irade ve ahlak insanının işidir.
İş yapanla, yapar gibi yapan, yapar gibi konuşan, yapar gibi görünen arasında çok fark var. Yine iş yapanla, işi elinin ucuyla tutan arasında da çok fark var.
Sonuçta sevgili kardeşlerim, iş yine başa düşüyor. O yüzden farkı fark etmek için faruk olmak, yani fark edici olmak gerekir.
Benim yerime fark eden faruklar var demek, bunun huzurunu yaşamak da bir nimettir. Buna ille de yanlış diyemeyiz. İtaat bilincimiz de olmalı elbet. Ama sütten ağzı yanınca yoğurdu üfleyerek yiyenler olarak deriz ki aman ilkeyi unutmayınız.
Neydi o?
Hüsn-ü zan, adem-i itimat.