Rifat(*)ı son yolculuğuna uğurlarken
Yüreğimin yarısını Konya’da bırakıp gidiyorum demiştim; çok değil üç-beş gün önce İstanbul’a gelişimizin üzerinden az bir zaman geçmiş, daha ayağımızın tozu kurumamıştı. Bazen bir müjdeli, bazen bir felaket tellalı olan telefon çaldı; korkarak açtık. Arayan yeğenimiz Faik’ti:
- Ağabeyim gidiyor, diyebildi.
10 dakika sonra hıçkırıklar içinde
- Ağabeyim öldü, diyebildi.
Telefon kapanmıştı. Yeğenim dönülmez yere sefere çıkmıştı. 41 yaşında çıktığı bu yolculukta heybesinde acı, ağrı ve hüzünle birlikte, bir o kadar şükür, sabır ve metanet vardı.
O başını yastığa koyup, deliksiz bir uyku çekmenin hasretiyle göçtü bu dünyadan. Yine de isyan etmedi, tevekkül onun tek gıdasıydı. Ölüm haberini alır almaz yola çıkmış ve onu musalla mezarlığının gasilhanesinde teneşirde bulmuştum. Sahibine emaneti temiz teslim etmek için mermere boylu boyunca uzanmış, sükûnetle yatıyor ve gassalın son görevini yapması için sessizce bekliyordu.
Düşünsenize parmağınızı bile oynatmaktan acizsiniz. Paranız, pulunuz, gücünüz, kuvvetiniz, makamınız, mevkiiniz, iktidarınız, saraylarımız, köşkleriniz bir anda yok olacak. Artık sadece bir roman kahramanısınız. O anda kimbilir, belki de ruhu yükseklerden bu dünyevi arınmayı seyrediyordu.
- Ey Rabbim, Sana geliyorum. Kucağımda günahlarım, sevaplarım, tövbelerim, 41 yılın acıları, sayısını azca hatırladığım uykulu gecelerim, ama yine de lebaleb şükürle doldurduğum yüreğim.
İnşallah cennetine geliyorum. Orada dünyadaki ruh ikizim eşimi bekleyeceğim.
Gassal, görevi itina ile yerine getiriyor. Rifat, her zamanki gibi nur yüzlü, yattığı yerden bize gülümsüyor adeta. Yanaklarını okşuyorum. Babası, kardeşleri, yeğenleri, amcaoğulları gassalın tabii yardımcıları. Görev tamamlanınca içeriye eşi ve oğlu alınıyor, son defa babalarına bakıyorlar. Oğlu Burhanettin alnından öpüyor. Ağlamamak için direniyorum. Zira bir başlarsa gözyaşlarımın sağanak halinde ineceğini biliyorum. Biliyorum, babası da oğlunu kefenlerken direncinin son kalıntılarını harcıyor:
- Sizin hiç oğlunuz öldü mü, onu elinizle yıkayıp kefenlediniz mi?
Sonra cenaze arabasına koyup, Üçler Mezarlığı’na doğru yola çıkıyoruz. Önce Üçler girişinde Küçük Hacı Veyszade Camii’nde Cuma ve ardından cenaze namazı, imamın:
- Merhumu nasıl bilirdiniz? sorusuna yüreklerden yükselen:
- İyi bilirdik, nidası ve hakların helal edilişi. Ardından topraktan geldik, toprağa gidiyoruz yürüyüşü.
Rifat’ı son yolculuğuna uğurlarken hep kendimi hayal ediyorum. Teneşirde yıkanan benim, kefenlenen de, cenaze namazı kılınan ve dünya sürgününü tamamlayıp sahibine koşan yine ben. Aslında için için kendime ağlıyorum.
(*) Rifat Aldağ