AB için Türkiye, Türkiye için AB
Türkiyenin Avrupa Birliğine üye olmasının ne getirip ne götüreceği yıllardan beri tartışılan bir konudur. Bu meseleyi, bir taraftan Ne etsek, ne yapsak Müslüman olduğumuz için bizi üye yapmazlar diyenler, öte yandan da Biz üyelik şartlarını yerine getirelim de, üye yapmazsalar yapmasınlar diyenler tartışıyor.
Elbette bu tartışmaları sürdürürken, Avrupanın yekpare, tek vücut, tek düşünce ile temsil edilmediğini bilmek lâzım. Bir yanda Türkiyenin AB üyesi olmasına karşı çıkanlar olduğu gibi, Türkiye ABye üye olsun, bu Avrupa için zenginliktir diyenler de var. Dolayısıyla tartışmayı, İki Avrupa var tesbiti ışığında yürütmek lâzım geliyor.
Tabiî ki Avrupa Birliği üyeliği maceramız çok eskiye dayanıyor. 12 Eylül 1980 darbesi olmasaydı belki de AB üyesi ülkelerin sahip olduğu ekonomik ve sosyal imkânlara ulaşmış olurduk. Her iyi adım gibi bu adıma da darbeler mani oldu.
AB üyeliği yolundaki çalışmalar son yıllarda ihmal edilmiş olsa da 1990larda bu noktada ciddî adımlar atılmıştı. O zaman ABye üye olursak, dinimiz elden gider diyenler de vardı. Bu tartışmaları, ABye ezanımızla, minarelerimizle gireceğiz diyenler kazanmıştı. Hakikat de böyle oldu. Türkiye, ABye üye olamamış olsa da, AB ülkelerinde yaşayan Müslüman gurbetçiler sayesinde hem ezanımız, hem de minareler ABye çoktan girmiş durumda.
Bizi ABye üye yapmazlar, bu hedeften vazgeçelim koalisyonu bu günlerde de yeniden revaçta. Oysa bu hedef, sadece Türkiyeye değil, Avrupada yaşayan Müslümanlara da fayda verecek. Sosyolog Prof. Dr. Nilüfer Göle, konu ile ilgili bir soruyu cevaplandırırken şöyle demiş:
(...) Müslümanlığı kimlikten çıkarmamız gerekiyor. Bu açıdan Türkiyenin son 20 yılı iyi bir örnek. Müslümanların kamusal alanın parçaları olması kimlik üzerinden değil gündelik hayat üzerinden oldu. Karşılıklı etkileşim üzerinden, melezlenme üzerinden oldu. Avrupa kimlik politikası yaptığı için İslâmla, Müslümanlarla kötü bir sınav veriyor. Halbuki Türkiyede demokrat sekülerler Müslümanlarla dans etmeyi kabul etti. Aradaki duvarları yıktı, birlikte konuşmayı, düşünmeyi, hareket etmeyi, yaşamayı kabul ettik. Avrupa bu dansı erteliyor. Bu noktada Türkiyenin AB üyeliğinin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. (Soru: Neden?) Çünkü Türkiyenin AB ile ilişkileri derinleştirmesi Avrupadaki Müslümanların da toplumlarından izole edilmesinin önüne geçiyor. AB Türkiye ile ilişki kurduğunda aynı zamanda kendi içindeki Müslümanlarla da kurmuş oluyor. (...) Bu günlerde ilişkiler biraz yoğunluğunu kaybetse de hem AB için Türkiye, hem de Türkiye için AB önemli. (Konuşan: Murat Aksoy, Yeni Şafak, 21 Ekim 2012)
Sanıldığı gibi Türkiyenin ABye üye olması ya da olmaması sadece Türkiyede yaşayanları ilgilendirmi-yor. Bütün bir Avrupayı ve belki de dünyanın başka ülkelerinde yaşayan Müslümanları da ilgilendiriyor. Bilhassa Hıristiyan ülkelerde yaşayan Müslümanlar, Türkiyenin ABye üye olmasından dolayı fayda görecekler. O halde pirelere kızıp yorgan yakmaya kalkmamalı.
İslâm korkusunu yaymak için hazırlanan fitne filmleri ve onlara karşı sergilenen tepkileri de yorumlayan Prof. Dr. Nilüfer Göle, Arap dünyasında görülen bu tepkilerin biçimi ve şiddeti İslâma zarar veriyor. (...) Aşırı tepkiselliğin İslâma ve Müslümanlara zarar verdiği düşüncesi yaygınlaşıyor. Bunun ötesinde İslâmî geleneğe dayanarak şiddetten, aşırı tepkisellikten arınan bir duruş sergileniyor. (Soru: Öneriniz?) Bazen susmayı bilmek, sineye çekebilmek ve önemsizleştirebilmek. Çünkü zaten bu tip girişimlerin hedefi sizi kendi alanına çekmek, kurduğu ajendaya bağlı kılmak. Bu tuzağa düşmemek esas başarı demiş.
Demek ki ABye üye olmak, sadece ABye üye olmaktan ibaret değil. Ve elbette İslâm korkusunu yaymak için kurulan tuzaklara da düşmemek şart.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.