Üniversiteler ne getirdi?
Darbelerin yüzlerce zararından biri ve belki de en başta geleni, eğitim sistemine verdiği zarardır. 12 Eylül 1980 sonrası üniversitelerin içine düştüğü ya da düşürüldüğü durum da bunlardan biridir. Darbecilerin ihdas ettiği YÖK sisteminden memnun olan hiç kimse yoktur. YÖKte yöneticilik yapanlar da, üniversitede okuyan öğrenciler de, öğretim üyeleri de YÖK sisteminden sürekli şikâyetçi olmuştur.
YÖK sisteminde şikâyetçi olanlardan biri de bir önceki YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan olmuş. YÖK gibi bir kuruma ihtiyaç olduğunu, ama mevcut durumda YÖKün çok fazla yetki ile donatıldığını ifade eden YÖK eski başkanlarından Prof. Dr. Özcan, YÖK, halihazırda çok büyük selâhiyetlere sahip. Yani krallık gibi bir şey. (...) Örneğin ben kendi dönemimde bana verilen tüm hakları kullanma, baskıcı bir yönetim sergileme yoluna girmemeye gayret ettim. Eğer isteseydim Kemal Gürüz gibi de yapabilirdim, ama yapmadım demiş. (Konuşan: Ömer Çakkal, SD [Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi], Eylül-Ekim-Kasım 2012, sayı: 24)
Bu arada altyapısı hazırlanmadan çok sayıda yeni üniversite kurulmasını tenkit edenler de oluyor. Geçenlerde bir sivil toplum kuruluşu yöneticisi şehirlerine kurulan üniversite dolayısıyla ahlâkî zaaf sergilendiğini ifade etmiş. Üslûp problemi olmakla beraber, bu ve benzeri şikâyetler haklı. Çünkü üniversite ile beraber bu şehirlere sadece ilim ve irfan değil, ondan çok daha fazla tehlikeler de gelebiliyor. Tabiî ki bu tehlikeleri savmak için yasakçılıktan ziyade koruyucu eğitime sarılmak gerekir. Bununla birlikte hem idarecileri hem de vatandaşı uygun lisan ile ikaz etmekte de fayda var.
Yeni üniversitelerin kurulmasının sadece Türkiyede değil, bütün dünyada tartışma konusu olduğunu yine Prof. Özcanın anlatımından öğreniyoruz. Özcan, şehir ve üniversite ilişkisini anlatırken şöyle demiş: Şehir ve üniversite arasında tarih boyunca her zaman güzel ve hoş ilişkiler olmamış. İlk çağlardan beri şehir ve üniversite arasında çatışmalar çıkmıştır. Çünkü bir mekânda oturanlar; o mekâna dışardan gelip oranın imkânlarını kullanan ve kendi değerleri ile hiçbir ortaklığı olmayan hatta bazen kendi dilini bile kullanmayan (...) insanlardan pek hoşlanmazlar. (...) Şehirde yaşayanlar, üniversite kurulduğunda düzenlerinin bozulacağından endişe ediyorlar. Nitekim de öyle oluyor. Her birinin değerleri, duygu-düşünceleri birbinden farklı öğrenciler sinemaya gidiyor, barlara gitmek istiyor. (...) Giyimleri farklı olabiliyor. Meselâ mini giyinebiliyorlar. Şehir halkının geleneklerine, dinî anlayışlarına ters gelebiliyor. (...) Ben bunu geriye doğru bir araştırdım, bu durum Oxfordda bile kargaşaya sebep olmuş. Meselâ Yale Üniversitesinin rektörü, bulundukları yerdeki papazın yetersiz olduğunu söyleyip ayinlerini üniversite içinde yapmak istiyor. Bu durum dindar halkı çok rahatsız ediyor ve halkla din adamları bir tarafta üniversite hocaları ve öğrencileri öteki tarafta ölümlerle sonuçlanan çatışmalar yaşanıyor. Olay öyle münakaşa ile bitmiyor yani. (...) Yani üniversite ile şehrin ilişkisinin tarihi hiç de öyle ılıman ve güzel değil.
Tıp eğitimi ve sağlık yatırımlarını da değerlendiren Prof. Dr. Özcan, ciddî eleştiriler getirmiş. Bu yeni politikanın en büyük zararı tıp öğretimine oldu. Tıp eğitimi tamamen zaafiyete uğradı diyen Özcan, tabloyu şöyle özetlemiş: Sağlık Bakanımız son yıllarda müthiş hizmetler yaptı. Artık herkesin sağlığa ulaşımı çok kolay. Bunu yaparken üniversilere büyük zarar verdi. Tam Gün Yasasında ısrar etmesi nedeniyle 1000in (bin) üzerinde öğretim üyesi üniversiteye veda etti. Bu 1000 rakamı küçümseniyor, ama bu 1000 kişi üniversitelerimizde en başarılı, en kabiliyetli kesimi oluşturuyordu.
Bilmiyorum, Türkiyeyi idare edenler eski YÖK Başkanı, yeni Polonya Büyükelçisinin tesbitlerine ne diyecek, ama şehir ve üniversite uyuşmazlığını dile getirenleri çarmıha germeye kalkmamak da lâzım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.