Atatürkün son günleri ve ölümü
Atatürk, 1937 başından itibaren çeşitli rahatsızlıklar duymaya başlamıştı. Yüzü solmuş, sinir dengesi bozulmuştu. İştahsız ve halsizdi. Burnu kanıyor, vücudu kaşınıp yer yer kabarıyordu.
Bizim doktorlar teşhis koyamamışlardı. Her ne kadar, Beni Türk doktorlarına emanet ediniz demişse de, Başbakan Celal Bayarın teklifi üzerine, Fransız doktor Fissengerin çağrılmasına razı oldu.
28 Mart 1938de Ankaraya gelen Profesör Fissenger, hastasını muayeneden geçirdi. Durum iyi değildi. Deniz havası önerdi. Bunun üzerine Atatürk İstanbula nakledildi ve 1 milyon 250 bin Dolara (bu miktar, satın alma paritesi açısından, bugünkü parayla yaklaşık 30 milyon TLye eşdeğerdir) satın alınan Savarona Yatı emrine tahsis edildi. Fakat sadece altı hafta kullanabilecekti.
Hastalık ilerliyor, karnı sürekli su topluyordu. Fissenger bu kez İstanbula çağrıldı. Atatürkün karnında toplanan su alındı. Belli bir süre rahatladıysa da tekrar karnı su toplamaya başladı. Bu kez Viyanadan Dr. Eppingerle Almanyadan Dr. Bergmann çağrıldı. Siroz teşhisi kondu.
8 Kasım 1938 günü Atatürkün hastalığı arttı. Bu sırada başında yaver Hasan Rıza Bey (Soyak) vardı. Ona bakarak birkaç kez saatin kaç olduğunu sordu. Odaya Dr. Neşet Ömer Bey girdi. Muayene etmeye başladı. Bir ara Dilinizi göreyim efendim diye seslendi. Atatürk dilini yarıya kadar çıkardı. Neşet Ömer Bey, Biraz daha uzatınız efendim diye seslenince, Atatürk, Ve aleykümselam dedi, gözlerini kapattı. Bu son sözleri oldu, bir daha komadan çıkamadı.
Bazı iddialara göre Atatürk gece ölmüş, fakat gecenin bir vakti milleti saygı duruşuna kaldırmak mümkün olmayacağından, Celal Bayarın isteği doğrultusunda, resmi ölüm saati olarak 09.05 belirlenmişti.
Cenazeye otopsi yapılmadı. Sadece, Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi Patolojik Anatomi Profesörü Prof. Lütfi Aksu tarafından tahnit edildi, özel bir tabuta yerleştirildi ve Dolmabahçe Sarayının muayede salonunda katafalka konuldu.
Cenaze orada dururken, yönetenler Atatürkün cenaze namazını tartışıyordu: Kılınmalı mıydı, kılınmamalı mıydı? İkiye bölündüler. Kimisi Atatürkün farklı bir inanca sahip olduğunu söylüyor, cenaze namazına karşı çıkıyordu. Kimisi kılınması gerektiğini savunuyordu.
O sırada Atatürkün kızkardeşi Makbule Hanımdan, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyaka bir telefon geldi: Aile, dini merasimin eksiksiz yapılmasını istiyordu. Ama bu kez de, Laik Cumhurbaşkanının cenazesi camiden kalkmamalı diyenler devreye girmişti...
Sonunda Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Şerafettin Yaltkaya devreye girdi: Namazın herhangi bir yerde kılınabileceğini söyledi. Böylece Atatürkün cenaze namazı 19 Kasım 1938 sabahı saat sekizi on geçe Dolmabahçede, Yaltkayanın imamlığında kılındı. Tekbirler Allahu ekber yerine Türkçe Tanrı uludur sözleriyle başladı, Esselâmu aleyküm selamı yerine, yine Türkçe Esenlik üzerinize olsun diye bitirildi.
Cemaat nöbetçilerden, müstahdemlerden, nöbet bekleyen generallerden, kısacası o sırada sarayda bulunanlardan oluşmuştu.
Tam dört dakika süren namazdan sonra tabut generaller tarafından sarayın avlusuna çıkartılıp top arabasına yerleştirildi ve Sarayburnuna götürüldü. Yavuz Zırhlısına yüklenip önce İzmite oradan da trenle Ankaraya ulaştırıldı.
21 Kasım 1938de Etnoğrafya Müzesindeki katafalka kondu. Nihayet 31 Mart 1939 Cuma günü saat 14.00te Etnoğrafya Müzesinde hazırlanan geçici kabrine defnedildi.
1944te başlatılan Anıtkabir inşaatı, ancak 1953te bitmişti. Atatürk geçici kabrinden 10 Kasım 1953te alındı, Anıtkabirde tekrar toprağa verildi.
Her 10 Kasım sabahı, matem gününe uygun olmadığı için, beyaz yakalığı çıkarılmış siyah önlüğünün içinde üşürken somurtan çocuğu hatırlarım.
Somurturdu, çünkü Başöğretmen Hikmet Bey, 10 Kasımlarda, öğrencilerine gülmeyi yasaklamıştı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.