Din devlet ve Siyaset
Konuya devam edelim. Şimdi Allahta Teala bir müslümandan içki içmesini, kumar oynamasını, zina yapmasını, adam öldürmesini, başkalarının malını çalma çırpma ve zulüm ile almasını, hile ve aldatma ile haksız yere yemesini haram kılarak yasaklıyor. Böyle yapanlara dünyada da bir ceza getiriyor.
Yine Müslümanlar'a yalan söylemeyi, dedikodu yapmayı, laf götürüp getirmeyi, kötü zannı, gizli kusurları araştırmayı, alay etmeyi, hakaret ve aşağılamayı haram kılarak yasaklıyor. Bunları yapanlar kınanmayı hak ederek günahkar oluyorlar. Ama fiîlî cezaları ahirettedir.
Yine Allah Teâlânın bütün Müslümanlar'a bu kötülüklerle mücadele etmesi için emir verdiğini de biliyoruz. Fert ve topluma zarar veren bu tür haram ve kötü huyların küçük yaştan itibaren yeni nesillere öğretilmesini, bu bilgi ve terbiye ışığında yetiştirilmesini istiyor. Çünkü kötülükle mücadelenin en öncelikli ve en etkin yolu budur.
Bütün bu tedbirlere rağmen, bu tür haram ve kötü huylara duçar olmuş insanların usulü dairesinde tedip edilerek, caydırıcı cezalarla bu kötülüklerden alıkonmasını da istiyor Allah Teâlâ. Bunun yol yordamını, metot ve hukukunu da öğretiyor.
Müslüman olmak, önce Allah Teâlânın Kuranda bildirdiği bu yasalara eksiksiz, artısız, sentezsiz, pazarlıksız ve içtenlikle iman etmeyi gerektirir. Bu iman konusunda taviz olamaz. Sonra da mümkün mertebe bu emir ve yasaklara uymayı gerektirir. Biz buna salih amel işlemek diyoruz. Bunda kusur olabilir. Bu kusurlar, inkar ve aşağılama olmadıkça, insanı günahkar yapsa da dinden çıkarmaz. Tövbe edeni Allah af eder ve sever. Hatta dilerse kötülüklerini iyiliğe çevirerek onu ödüllendirir bile.
Buraya kadar yazılanlara bir itiraz var mıdır?
Hayır dediğinizi duyar gibiyim.
Öyleyse hemen söyleyeyim, bundan sonra yazacaklarım da bunlar kadar itirazsız kabulü gereken dinin kesin gerçekleridir.
Elbette yeni nesillere İslam'ın bu ilkelerinin öğretilmesi gerekir. Peki, bir kişi veya cemaat bu büyük yükün altından kalkabilir mi?
Hayır, bu bir devlet işidir.
Elbette toplumu birlik, beraberlik, yardımlaşma, kanunlara uyma, adaletli ve insaflı olma, acıma ve merhamet gibi iyiliklere, faziletli ve faydalı işlere, namaz, oruç, zekat, hac gibi ibadetlere yönlendirmek gerekir.
Peki, bir kişi veya cemaat bu büyük yükün altından kalkabilir mi?
Hayır, bu bir devlet işidir.
Aynı zamanda fert ve toplumu kötülüklerden korumak, can, mal, ırz, şeref gibi değerleri saldırıdan emin kılmak için katillik, hırsızlık, zina, zina iftirası, uyuşturucu ve alkol gibi suçları önlemek, bu suçları işleyenleri yakalamak, yargılamak ve gerekli cezayı vermek gerekir.
Peki, bir kişi veya cemaat bu büyük yükün altından kalkabilir mi?
Hayır, bu bir devlet işidir.
Bu konularda vatandaşlar kendilerine düşeni yaparak elbette devlete yardımcı olacaklardır ama, sonuçta bunlar birer devlet işidirler.
Bu yüzden Müslümanlar'ın iman edip uyguladıkları İslam'ın ilkelerini, bir başka ifadeyle ilahi kanunları, Allah'ın şeriatını uygulayacak bir İslam devletine ihtiyaçları vardır. Çünkü bu işler devletsiz olmaz.
Devletin olmadığı yerde barış ve huzur olmaz. Devletin olmadığı yerde kaosu vardır, kargaşa ve karmaşa vardır, ihtilal vardır. Canların yok olması, kanların dökülmesi, yok yere malların zayi olması vardır. Fakirlik, yoksulluk, geri kalmışlık, ahlaksızlık ve erdemsizlik vardır. Bu yüzden atalarımız "ya devlet başa, ya kuzgun leşe" demişlerdir.
Sorun da burada başlıyor.
Nasıl mı?
Halk Müslüman, vatan da Müslüman.
Ya devlet?
O Müslüman değil. O Batılı kafirlerin kanunlarına ve laiklik, yani din dışı olma ilkelerine bağlı.
Ve arkasından gelen bir sürü sorular; neden, niçin, hangi gerekçe ile? Bu halka sorulmuş mu? Halkın isteği, rızası, iradesi böyle mi?
Bütün bunları incelememiz gerekmez mi?