Ali Şeriati'nin isyan dili
İstanbul böyle bir şehir işte!... Her gün, her saat, her yerde bir kültür faaliyetiyle karşılaşılabilir, hangisini takip edeceğinize şaşırırsınız.
Hafta sonu, bir yerde İsmail Gaspıralı, bir yerde de Ali Şeriati sempozyumu vardı. Biz Ali Şeriati sempozyumunu tercih edip Bağlarbaşı Kültür Merkezinin yolunu tuttuk.
Bizim kuşak, Ali Şeriati (1933-1977)yi önce Cemil Meriç vasıtasıyla tanımış, sonra kitapları yaygınlaşınca, İslamcılar, bunları ciddi olarak okumuşlar ve tartışmışlardır. Bu sempozyum, o okumaların ve tartışmaların sonucu.
Şeriati, İranın muhalif aydınlarından (Kendi ifadesiyle rûşen-fikr) biridir. Öze dönüş diye adlandırılan hareketi, Kurana, sünnete, içtihad kapısının açılmasına ve cihad fikrine dayanan görüşleri ile İslamın sosyolojik okumalarına kafa yoran ve anlayışını Hayat, iman ve cihad şeklinde sloganlaştırmış bir sosyologdur. Kitlelerin dikkatini çekme sebebi, İslam tarihindeki olayları ve olguları kavramsallaştırıp içini nitelikli bir şekilde doldurması; bu kavramsallaştırmada gelenekle beraber modernitenin terminolojisini de kullanması; yani çağın dilini konuşmasıdır. Bu yüzden, Marksist terminolojiye kapı aralamış bir rûşen-fikrdir.
Her ne kadar İran İslam Devriminin fikir babası olarak bilinse de, Şeriati sadece Şah dönemine muhalif bir entelektüel değil, devrimi gerçekleştiren geleneksel dini liderlik zihniyetine de muhalifti. Türkiyedeki Şeriati okuyucuları, sadece onun Türkiyedeki Kemalizm ile özdeşleştirdikleri Şahın Ak Devrimine muhalif boyutunu gördüler; yorgun İslamî terminolojiyi eleştirisini görmediler.
***
Sempozyumu, Ali Şeriati külliyatını yeniden ve tam olarak yayınlayan Fecr Yayınları düzenlemiş. Toplantıda 12 tebliğ sunuldu; her tebliğ, bir müzakereci tarafından değerlendirildi. Tabii, bu müzakereler daha çok korsan tebliğ şeklinde gerçekleşti. Benim bildiğim müzakerenin amacı, ya tebliğ sunanın muğlak bıraktığı konuların deşmek ya da tebliğdeki görüşlere muhalif görüşleri dile getirmek veyahut da tebliğe katkıda bulunmaktır.
.
Sempozyumun ilk oturumunun ilk konuşmasını, son derece isabetli bir kararla, Yard. Doç. Dr. Necdet Subaşı yaptı. Subaşı, heyecan ve ajitasyondan uzak, soğukkanlı bir değerlendirmede bulunarak âdetâ genel bir Ali Şeriatî okuması rehberi sundu.
Ali Şeriati: Niyet, Eylem, ve Tavrın Entelektüel Dili başlıklı bir tebliğ sunan Subaşı, aydın-entelektüel-ârif-âlim kelimeleri bağlamında Şeriatinin rûşen-fikr tavrı üzerinde durdu. Telaşlı ve huzursuz aydınların otorite ile ilişkisinin isyan olacağını belirten Subaşı, Şeriatinin idealini kısaca şöyle tespit ediyor: Onun pek çoklarına asi gelen bu söyleminde içkin olan ana tema toplumun asıl benliğine dönmesini (Öze Dönüş) sağlayacak yeni bir İslam söylemiyle Müslümanları buluşturmak ve eskimiş, yorgun düşmüş tezlerle kıyasıya hesaplaşmayı hızlandırmaktı. . Ona göre, her şeyden önce yapılması gereken, bir yandan dini, dinamik bir ideal olarak tasavvur etmek bir yandan da geleneksel ulemanın bilinen yol ve yöntemleriyle vakit kaybetmek yerine, gençliğin serazat evrenine ulaşmak ve böylece onların dünyasını biçimlendirebilmek amacıyla yeni arayışların önünü açmaktı.
Bir sosyolog olarak sadece bilimsel zeminde kalmayıp aynı zamanda bir aktivist olarak geniş kitleleri harekete geçirin Şeriati, aydın sorumluluğuna aktivizmi de katar.
Söylemleri ve eylemleri örtüşen Şeriati, başta İran gençliği olmak üzere büyük kitleleleri harekete geçirmiş bir aydın olarak, aydın sorumluluğunun sonucu olan bedel ödemeyi de bizzat yaşamıştır. Onun Londrada ölmesinden, Şah dönemi istihbarat örgütü SAVAKı sorumlu tutan büyük bir kitle vardır.
***
Benim Ali Şeriatide eleştirdiğim temel husus, İslam terminolojisi ile Marksist terminolojiyi özdeşleştirme gayretidir. Çünkü İslam terminolojisinin, kendisi dışındaki alanların terminolojilere ihtiyaç duymayacak kadar geniştir. Şayet yorgun İslam terminolojisi bir tehavül geçirecekse, bu yine kendi içinde olmalıydı. Şeriatinin isyan dili, fazlasıyla Marksist terminolojiye yansıdığından, içim ısınamadı.
***
Sempozyumda dikkatimi çeken birkaç husus oldu ama ben sadece birini kaydedeyim.
Necdet Subaşı ve Hicabi Kırlangıç gibi birkaç tebliğiğin dışında, tebliğ sunanlardan bazıları, kendilerini hâlâ 1980-1990larda zannettikleri intibaını edindim. Çünkü dilleri ve heyecanları, hala o ajitatif retorikle yüklü idi. Bu arkadaşlar, hem Ali Şeriati için, hem de Türkiye için devrin değiştiğini fark etmemişler ve hâlâ eski zamanların dilini kullanıyorlar. Bu arkadaşlar, hâlâ kovalandıklarını zanneden Ashab-ı Kehf sendromu yaşıyorlar gibi geldi bana.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.