Darbeciler ne zamandır Batı düşmanı?

Darbeciler ne zamandır Batı düşmanı?

Sorunun cevabı çok net; Batı, darbelerini desteklemeyi bıraktığı zaman. 27 Mayıs dâhil darbelerin ABD'den habersiz, hatta onaysız yapılmadığı kanaati yaygındır.

Batı, Soğuk Savaş yıllarında Türkiye'nin siyasal rejimini pek sorun etmedi. Sovyetlere karşı işbirliğinde Türkiye'yi kimin yönettiği pek önemli değildi. Hatta farklı sosyal ve siyasal grupları kontrol altında tutabilecek otoriter bir yapı tercihe şayandı.

Bu mantık Soğuk Savaş yıllarında Batı'nın Türkiye'ye bakışında belirleyici oldu. Hatta NATO üyeliğiyle Türkiye'nin Batı güvenlik blokuna tam entegrasyonunu sağlayan Adnan Menderes'in darbeciler tarafından asılmasına bile göz yumdular. çünkü 27 Mayıs darbecileri NATO'ya bağlılıklarını daha ilk darbe bildirisinde deklare etmişlerdi. Aynı oyun 12 Mart 1971'de ve 12 Eylül 1980'de de tekrarlandı. NATO'ya ve Batı'ya 'bağlılık'larını en başta ilan eden darbeciler Batı'yla, Batı da darbecilerle işbirliğine devam etti. Soğuk Savaş şartlarında Türkiye'de demokrasi değil 'güvenlik işbirliği'nin devamı öncelikli bir konuydu Batı için. Dolayısıyla, askerin siyasal sistem içinde 'merkezî' konumu doğal bulundu, askerî vesayet altında formel bir demokrasi Türkiye için yeterli görüldü.

Soğuk Savaş'ın sonu durumu değiştirdi. ABD ve Avrupa biraz daha ayrıştı; Avrupa, liberal doğu devrimlerinin de itmesiyle 'demokratik' bir vizyon geliştirdi, ABD'nin 'stratejik vizyon'u da demokrasiyi önemli bir değer olarak görmeye başladı özellikle Clinton yönetiminde. Türkiye de artık küresel bir oyuncu olmaya çalışıyordu; dışa açılan, yabancı sermaye çeken, AB'ye üyelik peşinde koşan bir Türkiye vardı artık.

Bu koşullarda, bir yandan demokratikleşme yönünde iç talepler büyürken, öte yandan da ABD ve özellikle de AB, Türkiye'ye yönelik politikalarında 'demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti' değerlerini öne çıkarmaya, sivil-asker ilişkisinin demokratik olmayan özünü sorgulamaya başladılar. Küreselleşen bir dünyada Batı ile birlikte rol almaya başlayan bir Türkiye'de 'askerî vesayet altında bir demokrasi' yeterli olamazdı.

Batı, Türkiye'den demokrasi istedikçe darbeciler Batı düşmanı oldular. Batı Türkiye'ye demokrasi dedikçe, Batı'ya geleneksel olarak kuşkuyla bakan İslami-muhafazakâr çevreler Batı'ya sıcak bakmaya başladılar.

Böylece iş, yeni kuşak darbecilerin ABD'ye 'sırtlan' kod adını vermelerine kadar geldi.

Batı darbecilere yüz vermeyince bizim darbeciler Batı karşıtı oluverdiler. Batı'nın Sevr'i hortlatmak istediklerini, 'ılımlı İslam' projesiyle rejimi değiştireceklerini, ulus devlete kastettiklerini hatırladılar.

Ama öyle bağımsızlık lafları ettiklerine bakmayın darbecilerin; onlar bal gibi bilirler ki 'dış destek' olmadan bu iş olmaz. Kolay değil, darbe dediğin ülkenin dünya ile bağlarını kesmek demek. Bırakın ekonomik kriz, bankaların iflası, enflasyon ve işsizlikle uğraşmayı, darbeciler tanklarını çalıştıracak mazot bile bulamazlar. Dolayısıyla bu tür temel girdileri sağlayacak 'dış patron' gerekir. Bu, Amerika olmayınca bizimkiler 'Avrasyacılık' diye bir şey icad ettiler; 'Rusya, çin ve İran'la anlaşır yeni bir ittifak kurarız, Batı'ya da kafa tutarız'a heveslendiler.

Yine de Amerika ile bağlantı kurmayı da ihmal etmediler. Darbeciler ABD'nin Türkiye'yi izleyen radikal 'neo-con'larıyla iş tutmaya çalıştılar. Paul Henze, Michael Rubin gibi kaçık fanatiklerle bazı Türkiye kökenli 'uzman'lar ABD ile Türkiye'deki ulusalcılar arasında köprü oldular. Ama zamanlama bir türlü denk düşmedi. Başlarda ABD Irak'la meşguldü, sonra da neo-con'lar gözden düştü.

Yani Türk darbecilerin 'Batı düşmanlığı'nın da bir sınırı var: Darbeyi destekleyen Batılılarla sarmaş dolaş olup, 'ulusal bağımsızlık' nutuklarını anında çöpe atabilirler. Ama artık darbecilerle iş tutan bir Batı yok, ama eski Batı dostu, yeni Batı düşmanı darbeci ulusalcı çok...


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi