Ayasofyanın manevi kıymeti bin camiye bedeldir
Bir köşe yazarı öfkeden tepiniyor ekranda:Bu gidişle dinciler Ayasofyayı bile cami yaparlar.
Tuhaf! Çünkü Ayasofya zaten cami
Hem de Peygamber müjdesi fethin sembolü bir cami
Hem Peygamber müjdesi, hem fethin sembolü, hem Fatihin vasiyeti ve emaneti
Böyleyken, Ayasofya camiini neden hâlâ Müslümanların ibadetine açmıyoruz?
Asıl sorulması gerek sual budur!
Osmanlı Devletinin kuruluş amacı İstanbulun fethi, fethin dayanağı, Peygamber-i Âlişan Efendimizin fethe ilişkin müjdesi (Ahmed bin Hanbelin, Müsnedinde de yer alan; [c.4, s.335] meşhur hadis-i şerif), müjdenin yüreği ise Ayasofyadır.
Ayasofyayı sıradan bir cami olmaktan çıkarıp sembolleştiren şey budur: Bunun yanı sıra, Ayasofyanın Fatih Sultan Mehmedin vakfiyesi olduğunu da hatırlamak gerekiyor.
Fatih, Ayasofyaya o kadar önem verdi ki, cami kimliğini kıyamete kadar koruyabilmesi için önce tapusunu kendi üzerine çıkardı, sonra da vakfetti. Ayasofya Vakfına gelir olması bakımından da İstanbulun Okmeydanı semti dâhil, şehrin muhtelif yerlerindeki 2 bin gayrimenkulünü bıraktı.
Fetih ordusu, ilk Cuma namazını bu camide kıldı. Böylece Ayasofya, fetih Sembolüne dönüştü.
Fetihten sonra, Fatihin verdiği ilk emir, Ayasofyanın camie çevrilmesi emridir. Bu iç içe girmiş semboller sebebiyle, Ayasofya, Osmanlı Asırlarında çok önemsenmiş, o kadar ki, Ayasofya İmamına saray protokolünde yer verilmiştir.
İstanbul Osmanlıların eline geçtiğinde hem şehir, hem de Ayasofya haraptı. Muhteşem mozaiklerinin çoğu yağmalanmış, altın, gümüş gibi değerli eşyalar, bir zamanlar Bizansı kurtarmak için İstanbula gelen Haçlılar tarafından yağmalanıp bölüşülmüştü.
Kubbesinin tepesindeki altın haç bile çalınmıştı
Ayasofya birkaç sene daha ihmal edilse kubbe de çöküp gidebilirdi.
Fethin şahitlerinden Müverrih Tursun Bey, gördüğü manzarayı şöyle anlatıyor: Onun rahnesine taş koyacak bir mimar kalmamış, mamur (sağlam) olarak sadece bir kubbesi kalmıştı. Padişah-ı Cihan (Fatih) bu binayı harab ve yebab (yıkık) görünce, ahır harap olmasun deyü tamirini ve bakımını emretti.
İşte bu yüzden Ayasofya, Hıristiyan Romadan çok bir Osmanlı eseridir diyen müsteşriklerin (oryantalist) sayısı az değil. Bunlardan Paul Wittek şöyle yazıyor: Ayasofyanın, bu muhteşem kilisenin muhafazasını, asırlar görmüş yapının zamanın tahribatına karşı müdafaasını, sırf Türklerin sahip olduğu teknik maharete ve iktisadî kaynaklara borçlu olduğumuzu itiraf edelim.
Kısacası, en başta Fatih olmak üzere, her padişah Ayasofya ile yakından ilgilenmiş, onu ayakta tutacak tedbirler almış, dönem dönem ciddi onarımlardan geçirilmiştir.
Osmanlının ilgisi ve bilgisi sayesinde Ayasofya yeniden hayat buldu. Ayasofyaya ilişkin onarımlar o kadar detaylıdır ki, bugün, Ayasofya bir Osmanlı eseridir demekte, hiçbir mahzur yoktur.
Sözü İstanbulda yapılması düşünülen yeni camilere getireceğim ve şunu söyleyeceğim: Bence Ayasofyayı ibadete açmak, bin tane yeni cami inşa etmekten daha tutarlı, daha yararlı, daha sevaplı ve daha güzel bir iştir.
Böylece hem Peygamber müjdesi tekrar hayata geçecek, hem de Fatihin vasiyeti yerine gelecektir.
Şu haliyle Ayasofya, hilkat garibesi gibi duruyor. Ne yapılış amacına uygun, ne de fetih tefekkürüne: Dolayısıyla ne Müslümana yarıyor, ne de Hıristiyana
Müze kimliği, âdeta bir kimliksizlik âbidesi!
Hıristiyan vatandaşlarımızı incitmemenin bir yolu bulunabilir
Ancak Müslüman vatandaşlarımızın daha fazla incinmelerini önlemenin tek yolu, Ayasofyayı namaza açmak suretiyle, fatihlerin secde ettiği yerde, bütün Müslümanların secde etmesini sağlamaktır.
Unutmayalım ki, rahmetli Başbakan Adnan Menderes, fabrika-yol yaparak değil, ezanı aslına döndürerek tarihe geçti
Müslüman yüreklerde de taht kurdu.
Şimdiki Başbakanımız da Ayasofyayı aslına döndürerek tarihe geçebilir ve Müslüman yüreklerde taht kurabilir.
Çok da dua alır.
Heyecanla bunun müjdesini bekliyoruz!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.