Mekke Fethinden ilhamlar
Mekke, Hicretin dokuzuncu yılında (10-20 Ramazan 08=01-11 Ocak 630) fethedildi. Fetih ordusunun başında Hazret-i Âlişan Efendimiz (s.a.v) vardı). Sekiz yıl kadar önce zorla çıkarıldığı sevgili Mekke’sine fatih olarak geri dönüyordu.Ama atının (ya da devesinin) üstündeki duruşu, bir “Fatih” duruşu değil, tam anlamıyla bir “kul” duruşuydu. Siyer kitaplarının tasvirlerinden anladığımız kadarıyla, Resul-i Ekrem Efendimiz, “mübarek sakalı, bindiği hayvanın yelesine değecek kadar” başını eğmiş, mazhar olduğu şereften âdeta “mahçup” bir vaziyette Mekke’ye girmişti.
Onun bu hali tüm siyer kitaplarında uzun uzun tasvir edilir. Bu öyle bir tevazudur ki; bir zamanlar kovulduğu Mekke’ye “fatih” olarak dönerken bile kalbinden en küçük bir “ben” gölgesi olmamıştır. O beden dilinde, önce tüm Müslümanlara, sonra da tüm insanlara, gururdan arınma mesajı vardı: “Yaptırılmazsa yapamam” idraki, bu mesajın özünü teşkil ediyordu (“Ben ben” diye göğsünü yumruklayan “kanaat önderleri”nin ve makam-mevki sahibi “dindar”ların kulakları çınlasın)!
Biliyorsunuz, Resul-i Âlişan Efendimiz, türlü işkence, zulüm ve ambargolardan sonra, nihayet doğup büyüdüğü Mekke’den de çıkarılmış, Medine’ye (o zamanki adı Yasrib) göçmek (Hicret) zorunda bırakılmıştı…
Düşünün ki, o Son Peygamber’di: Gerçekti, doğruydu, haklıydı, ama Hicret sırasında yanında sadece tek kişi vardı: Hz. Ebubekir… Kalabalıklar hatanın, günahın, yanlışın yanında (Ebucehil) yer almışlardı. Oysa Allah isteseydi kitleleri arkasına takardı. Yanına tek kişi vermesinin bir hikmeti olmalı…
“İnanıyorsanız, üstünsünüz… Çevrenizde kaç kişi olduğuna bakmadan yürüyün!”
“Kalabalık olmak haklı olmak anlamına gelmez!”
“Bütün dünya size karşı çıksa da haklı davanızdan dönmeyin!”
Ben şahsen o halden bu tür mesajlar çıkarıyorum. Zaten tarih de bunu doğruluyor. Hatırlayalım ki, “Dünya dönüyor” dediği için, Engizisyon Mahkemesi tarafından “ölüm”le “inkâr” arasında tercihe zorlanan Galile Galileo haklıydı. Tarih Galile’yi temize çıkarırken, karşısındaki hâkim güçleri mahküm etti.
Bu tablolardan bugüne şöyle bir ders çıkarmak mümkündür: “Sizi destekleyenlerin çokluğuna bakıp mağrur olmayınız, her konuda haklı olduğunuzu düşünmeyiniz, kalabalıklar da yanılabilir.”
Nitekim, Efendimiz’i Mekke’den hicret etmek zorunda bırakan müşrikler de kalabalıktı. Üstelik silah, asker, para, güç gibi her türlü maddi imkâna da sahiptiler. Bunlara güvenip gururlanıyor, “Muhammed (s.a.v) için her şey bitti, bir daha asla Mekke’ye dönemez” diye seviniyorlardı. Öyle olmadı. Resul-i Âlişan gidişinden sadece sekiz sene sonra Mekke’ye muhteşem bir dönüş yaptı.
“Herkesin bir hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı var ve o şaşmaz tek hesaptır” sözünün ne anlama geldiğini, bu olay münasebetiyle insan bir kez daha idrak ediyor.
Hepsi bu kadar değil: Mekke fethinin özünde başka bir “idrak” konusu daha var. Fetih tamamlanır tamamlanmaz, Efendimiz, vaktiyle kendisini Mekke’den kovan insanları bir yere topladı ve sordu: “Şimdi size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?”
Normalde düşmanlarından intikam alması gerekiyordu. Çünkü ona her türlü zulüm ve baskıyı yapmışlardı. Nihayet doğduğu ve çok sevdiği Mekke’den çıkarmışlardı. Ama artık o devir tarihe karışmıştı. Yeni devir Müslümanların devriydi. Efendimiz’in eline intikam için fırsat geçmişti. Geçmişte kendisine ve arkadaşlarına zulmeden düşmanlarına dilediğini yapabilecek durumdaydı. İsterse öldürür, isterse süründürürdü!
Böyle şeyler yapmadı. “Ben” dedi, “Size Yûsuf’un kardeşlerine söylediği gibi, ‘Bugün size geçmişten dolayı azarlama yok’ (Yûsuf Sûresi, 92) diyorum. Haydi gidiniz, hepiniz serbestsiniz.”
Sanırım dostlarım, yürek pusulamızı yeniden Efendimiz’in yüreğine ayarlamamız lâzım!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.