Zamanı Doğru Anlamak
Bugünlerde büyük sancılar, büyük değişim ve dönüşümler, sessiz sedasız devrim niteliğinde güzellikler, kendi din ve medeniyetimiz adına kazançlar ve başarılar yaşıyoruz hamdolsun. Kollarımızı sıvayalım, yeni yıla din ve medeniyetimize hizmet adına yeni planlar, faaliyetler ve güçlü azim ve iradelerle girelim inşallah.
Yine bazıları ne kadar iyimsersin hocam diyeceklerdir. Öyle olsam da bu gerçeği değiştirmez. Kazançlarımızı görmeli ve Allah Teâlâya şükretmeliyiz. Etmeliyiz ki nimetini korusun ve artırsın.
Hali anlamak, geleceği görmek için, mecburen yine maziye dönecek ve tarihe bakacağız. Günlük siyasetin kargaşasından uzak, doğru düşünmenin iki ölçüsünden birisidir bu. Diğeri de ilkelerimiz, ölçülerimiz elbette.
Bir zamanlar Kemalist devrimler silindir gibi geçti bu ülkenin insanları üzerinden. Din, inanç, mezhep, tarikat, tasavvuf, tekke, medrese, sanat, hat, siyaset, eğitim, kültür, musiki, velhasıl yerli medeniyet adına ne varsa, ezdi geçti. Önüne çıkan ne varsa yerle bir etti, insanları da kurumları da.
Sayıları çok azdı bütün bunları yapanların. Ama güçleri ve etkinlikleri çok fazlaydı. Osmanlı'yı işgal eden güçler, bunlara sonsuz destek veriyordu. Bunlar, batı adına kaleyi içten fethedenlerdi. Bizim içimizde yaşıyorlardı ama bizden bambaşka bir hayat tarzı, yaşama biçimleri vardı. Bir Müslümandan çok, bir batılı gibi, bir gayri müslim gibi, bir Yahudi ve Hristiyan gibi yaşıyorlardı. İşin kötüsü, milletim de öyle yaşamasını istiyorlardı. Millet Batılılaşsın istiyorlardı. Daha da kötüsü, buna zorluyor, mecbur ve mahkum ediyorlardı.
Bu anlama gelir?
Bu İslam'ın bu ülkeden sürülmesi, Müslümanlar'ın gayrimüslimleştirilmesi anlamına gelir.
Bunu nerden anlıyoruz?
Bunu yapılan icraatlardan anlıyoruz. Böyle niyetlerin varlığını da biliyoruz. Ama onu başka bir yazıya bırakalım isterseniz. Burada daha somut gerçeklerden bahsedelim. Yani icraat ve uygulamalardan.
Osmanlı saltanat ve hilafetle yönetilen bir İslam devletiydi. Biz saltanata karşıyız. Hilafet aslında saltanat ve veliahtlık sistemini reddeder. Ama ne yazık ki Emevilerle yerleşen bu bidat, zalim yöneticilerin işine geldiğinden kalıcı olarak yerleşir maalesef.
Cumhuriyet adıyla gelen yeni yönetim, işe Hilafeti ve saltanatı kaldırmakla başlıyor. Sonra Allah'ın Kur'anda bizlere sunduğu ilahi yasaları, kanunları, yani şeriatı kaldırıyor, bunların öğretim ve eğitiminin yapıldığı medreseler ve tekkeler kaldırıyor.
Arkasından peş peşe halkın okuyup yazdığı harfler kaldırılıyor, İslam'ı hatırlatan kılık kıyafetler kaldırılıyor, camilerin bir kısmı satılıyor, bir kısmı başka işlerde kullanılıyor, bir kısmı yıkılıyor, kalan bir kısmı da kamusal alan yapılarak içlerine devlet memurları tayin ediliyor, böylece daha önce kendini yetiştirmiş alimler, mürşitler devre dışı bırakılıyor. Halkın kendi dinini öğrenmesi, hatta evladını bir Kur'an-ı Kerim okumasını öğretmesi bile yasaklanıyor.
Gerisini saymayalım, şu bildiğiniz malum zulümler tek tek uygulanıyor. Sonuçta din, devlet ve toplum hayatından dışlanarak, ferdin vicdanına gömülüyor. Orada duracak ve asla dışarı çıkmayacak.
Aslında Müslüman bir halk bu zulümlere katlanmazdı. Ama zamanlama müthişti. Büyük bir harp ümmetin evlatlarını yemiş bitirmişti. Geride kalanlar aç ve susuzdu. Düşman yurdu işgal etmişti. Bazı yerlerden kendiliklerinden çekilip gitmişlerdi ama, sonuçta Yunanlılar gibi de olsa hala vatanımızda düşmanlar vardı.
Yeni bir savaş, yeni bir fedakarlıklar gerektiriyordu. O da yapıldı. Arkasından zafer günleri gelmişti. İşte O zaferi kazanan insanların başındaki bir avuç topluluk, halka ve onun dinine bu işleri yapıyordu.
Halk şaşkındı, yorgundu, bitmişti, bezmişti. Yer yer homurdanmalar oldu, isyanlar oldu, ama devlet gücüne karşı çok zayıftı. Hiçbir şey yapamadı. Perişan oldu.
Bu ortamda insanlar evlerine çekildiler. Kendi kendilerine "yapacak bir şey yok" diyorlardı. "ahir zaman fitresinde yaşıyoruz. Dahilde savaş olmaz. Fitne zamanında oturan ayakta olandan daha hayırlıdır" diyorlardı.
Tam da bu sırada bir şeyler oldu. Umulmadık şeyler yani.
Ne mi oldu?
Gelecek yazıya bırakalım mı?