İkinci Habur Hazırlığı
Paris’te öldürülen üç PKK’lının cenazeleri Türkiye’ye getiriliyor.. Nereye peki? Diyarbakır’a?.. Neden?.. Sakine Cansız Tuncelili, Fidan Doğan da Elbistanlı.. Peki neden Tunceli’ye değil de Diyarbakır’a geliyor cenazeler?.. Ne murad ediliyor buradan?..
NEDEN HABUR?
2009’daki demokratikleşme sürecini bombalayan hadisenin ismi Habur’du.. Habur, sürece kategorik olarak karşı çıkan çevrelerin ortak hedefiydi. PKK ve destekçilerinin hedefiydi; çünkü, mevcut siyasi iktidarın sorunu çözerek PKK ve PKK destekli siyaset yapan BDP’yi oyun dışına itmesinden korkuluyordu.. Öyle ya, sorunu çözülmüş bir Kürt için, kendi hakkı adına silah sıktığını söylemek hiç de inandırıcı olmayacaktı.. Şölen ya da şenlik adı altında, asıl hedeflenen Ankara’nın barış planıydı.. Milliyetçi çevreler de hedefe koymuştu süreci.. Özellikle seçimlerde, atılan adımların “ihanet” anlamı taşıdığı vurgusu yapılarak, iktidarın zayıflatılması hedefleniyordu. Kürt ve Türk milliyetçileri, elele vererek Habur organizasyonu ile dev gibi bir hamleyi berhava ettiler..
SIRADA SAKİNE’NİN CENAZESİ
Başta söyledim. Cenazeler Diyarbakır’a gelecek. Orada bir eylem tertiplenecek. Bir uğurlama. Ve o uğurlamada, üç PKK’lının, örgüt içi infaza kurban gittiği, şahinlerle güvercinlerin savaştığı, Avrupa’daki kasanın açık verdiği gibi şeyler konuşulmayacak.. “Düşman Tece Devleti” topa tutulacak, “Biji Kürdistan” naraları atılacak ve Öcalan’ın, görüşmeler başlamadan evvel verdiği; “ayrı devlet ya da özerklik istemiyoruz” sözü unutulacak.. Diyarbakır’daki bu manzaralar yaygın medya tarafından köpürtülerek haberleştirilecek. Zaten “su testisi su yolunda kırılır” şiarıyla meseleyi analiz eden kitle, görüşmeler sonrası ortaya çıkan durumun, taviz olarak algılanmasına yönelik propaganda yapacak.. Dolayısıyla, yine aynı filmi sahneye koymaya hazırlanan çevreler, ellerimizle büyüttüğümüz, solar iken dirilttiğimiz çiçeği kopartıp, ellere verecekler.. Burada benim hakikaten cevabını merak ettiğim soru şu; “Sakine Cansız ya da diğerleri, Avrupa’da kalp krizinden ölseydi, yaşlılıktan ölseydi, Türkiye’ye yine de getirilecek miydi? Getirilse bile doğrudan Tunceli’ye, memleketine mi götürülürdü yoksa yine de Diyarbakır’da eylem havasında bir cenaze töreni düzenlenir miydi?” Buna gerek olmadığını söylemiyorum.. Ama direksiyondakilerin araba kullanırken biraz daha sorumluluk bilinci içinde hareket etmesinde yarar olduğunu düşünenlerdenim..
EMPATİ SORUNU
Aslında Osman Baydemir; “Bir AKP’li, gerilla cenazesine katılıp taziye bildirirse, ülkeye barış o zaman gelir” demişti ya.. Büyük tuzak bana soracak olursanız orada başladı.. Karşılıklı anlama çabalarını ya da empati kurma gayretlerini yok saydığımdan değil. Ancak Bülent Arınç’ın, o çok tartışmalı; “ben de olsam dağa çıkardım” anlamına gelebilecek sözlerine bile, kamuoyunun verdiği tepkiyi iyi analiz etmek lazım. Mesela, CHP’li Hüseyin Aygün, Sakine Cansız’ın ailesine taziyeye gitmiş.. Hemşehrisidir, seçmenidir belki de ailesi.. Ama ortaya çıkan tablonun okuması biraz zor.. İmralı ile ilgili olarak önce kredi açan sonra da kredi faizlerini düşüren Kılıçdaroğlu, hemşehrisi Aygün’ün bu ziyaretini sahiplenecek mi, sahiplenmeyecek mi? Empati zor iş.. Yapamıyoruz.. yapamayacağız da.. Diyarbakır’daki cenaze törenine bakıp bakıp, Türkiye kamuoyunun çok önemli bir bölümünün empati yapamayacağını üzülerek ilan etmek zorundayım.. Paris’te öldürülen kadınların bile, (adının önündeki “PKK’lı” ifadesi nedeniyle) her gün dağlarda öldürülen onlarca örgüt üyesinden ne farkı olduğunu soruyor insanlar hâlâ.. Neden bu kadar çok konuşulduğunu, kitlesel katılımın sağlanacağı cenaze törenlerinin tertipleneceğini, Fransa-Türkiye başbakan ve Devlet Başkanları arasında polemik konusu olduğunu soruyor insanlar.. Cenaze de, tam tuzu-biberi oldu.. Kalın sağlıcakla..