Yürek Seferi 2013
Günlerim tam bir koşturmaca içinde geçiyor. Cenab-ı Hakk’ın verdiği sağlığı, onun kullarına tarihi hakikatleri ulaştırmak için kullanmaya çalışıyorum.
“Yorulmuyor musun?” diye soruyorlar, yoruluyorum. Kanuni Sultan Süleyman son seferi Zigetvar’a giderken, iki kişinin yardımıyla yürüyebiliyordu. Yaşlı, yorgun ve üstelik de hasta idi. Ne yaşına sığındı, ne hastalığını mazeret yaptı, ne yorgunluğunu bahane etti…
Biz çok tembelleştik. Mazeret üretmekten hizmet üretmeye sıra gelmiyor. Ben de kendimi zaman zaman mazeret üretmeye çalışırken yakalıyorum. Rahata alıştık bir kere, “bizim rahmetimiz zahmettedir” diyemiyoruz, diyenleri de görmezden geliyoruz.
Ayrıca bunu fedakârlık olarak da görmüyorum. Neden derseniz, beni okuyan, beni dinleyen, beni izleyen insanlarla yüzyüze gelmekten büyük bir keyif alıyorum. Onlarla birlikte mutlu oluyorum.
Çünkü onlarla ben sevginin en safını, en riyasızını, en konsantresini yaşıyorum.
Geçtiğimiz Aralık ayını müthiş bir koşturmaca içinde geçirdim. Samsun’dan Ağrı’ya kadar Anadolu’nun pek çok yerine gittim. Ağrı bir ilkti: Daha önce hiç yolum düşmemişti. Sımsıcak insanlarla kucaklaştım. Pırıl pırıl gençlerle buluştum.
Ocak ayı da koşturma içinde geçiyor çok şükür. Gaziantep/ Şehitkâmil, Bağcılar, Zeytinburnu (her ay tarih okumaları başlığı altında Osmanlı tarihini anlatıyorum), Esenler (aynı şekilde burada da her ay program yapıyorum), Eminönü, Ümraniye, Florya, Üsküdar, Ankara/ Keçiören, Gerede, Adapazarı, Adana, Kocaeli/ Derince, Kapaklı, Tekirdağ, Kırklareli…
Ardından diğer merkezler gelecek. Hepsi harikulade güzel… Salonlar hıncahınç: O kadar ki, Adapazarı konferansı (ben muhabbet demeyi tercih ediyorum) için tahsis edilen koca salon dar gelince, dinleyicilerimi sahneye oturttum.
Her muhabbetten sonra kitap imzalama furyası. Uzayan kuyruklar. Hatıra fotoğrafları…
Bu arada kırılanlar, darılanlar da oluyor kuşkusuz. Bunun olmasını elbette istemem, ne var ki, yoğunluk, yorgunluk ve zamansızlık tüm taleplere cevap vermemi engelliyor. Ev dâvetlerine katılamadığım için beni eleştirenler, “burnu büyüdü” diyenler, protesto maili gönderenler sadece günaha girer. Bu dâvetlerin son derece iyi niyetle yapıldığını biliyorum, ancak zaman problemi var.
Önemli olan hizmetin selâmetidir. İsteklerime göre yaşama lüksüm yok. Anlayışla karşılanmasını dilerim.
Bu ilgi şahsıma değil, doğru tarihe gösteriliyor. Bu yüzden hem mutlu, hem de gelecekten çok umutluyum. Gerçeği öğrenmeye karşı müthiş bir susamışlık var. Keşke doğru düzgün yazarlarımız azıcık kıpırdayıp “Anadolu açılımı” yapsalar.
•
Gerede konferansımdan sonra, bazı dinleyicilerim aradı. Gerede muhabbetimin arkasından yayınladığım “Edeb yahu!” başlıklı yazımın yerel bir gazete tarafından iktibas edildiğini ve yazımın Gerede Belediyesi’ne saldırı amacıyla kullanıldığını söylediler.
O yazımda, toplum içinde “edeb dışı” davranışların arttığını, toplantılarda bile çiklet çiğnenip telefonla oynandığını söylemiştim. Kastım tabii ki Geredeliler değildi. Genel bir tespitti. Yerel gazetede Gerede’yi kastettiğim yazıldı.
İşte şimdi “Edeb yahu” demenin tam sırası! O “gazeteci”, yazımı yorumlamadan önce, ne kastettiğimi sorabilirdi. Sorsaydı Gerede’yi kastetmediğimi söylerdim. Ama galiba “amaç üzüm yemek değil, bağcı dövmek!”
Benim üzerimden halkı kışkırtmaya kalkışmak ve belediyeyi vurmaya çalışmak, tam bir densizlik! Bir kez daha “Edeb yahu!”
Geredeli dostlarım rahat olsun: Ben Geredelileri severim, Geredeliler beni sever.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.