Deniz Kuvvetleri’nde kazalar, intiharlar ve istifalar!
“İstatistik” için derler ki;
“Rakamlara yalan söyletme sanatı!”
“Gazetecilik” için de, herhalde şöyle diyecekler: “Kelimelere yalan söyletme sanatı!”
“Gazetecilik” için de, herhalde şöyle diyecekler: “Kelimelere yalan söyletme sanatı!”
Son birkaç gündür, gazetelerde öyle “yalan”lar yazılıyor, öyle “çarpıtma”lar yapılıyor ki; “at izinin it izine karışması” gibi, “yalan”lar ile “gerçek”ler birbirine karışmış durumda...
Olayı biliyorsunuz...
Önümüzdeki Ağustos ayında toplanacak Yüksek Askerî Şura’da “Deniz Kuvvetleri Komutanı” olmasına “kesin” gözüyle bakılan Oramiral Nusret Güner istifa etti ve “emekliye” ayrıldı.
İyi de;
Niye “istifa” etti...
“Yalan”lar işte burada devreye giriyor ve “istifa”ya gerekçe olarak, Nusret Güner’in “gidişattan rahatsızlıkları” gösteriliyor!..
Nusret Güner diyesiymiş ki;
“Balyoz’da çok sayıda komutanın hüküm giymesi, Casusluk ve Şantaj adı altında yapılan soruşturmalarda, Deniz Kuvvetleri personelinin haksız biçimde tutuklanması, bizleri çok derinden sarstı... Paşaların içeri atılmasını içime sindiremiyorum!..”
Ve yine diyesiymiş ki;
“Ne yani, şimdi ben 300 casusun mu komutanıyım?.. Altımdaki herkes casusluk ve fuhuş iddiasıyla yargılanıyor... Ben bu koltukta daha fazla oturamam!”
Evet, “iddia”lar böyle!..
Ama, “gerçek” ne?..
Efendim, olay şu:
Türkiye; son günlerde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ‘askerî casusluk soruşturması’ kapsamında hazırladığı iddianameyi konuşuyor...
İddianamede; 55’i muvazzaf asker toplam 357 sanık yer alıyor... Şantaj ve fuhuş gibi yöntemlerle sır niteliğindeki pek çok gizli askerî bilgi ve belgeye ulaşan örgütün liderliğini yapan isimlerin suç dosyası hayli kabarık...
KIZINA HASSAS!
Bu dosyalardan biri de, “Nusret Güner’in kızı” ile ilgili...
Mahkeme tarafından kabul edilen iddianamede, çetenin; Donanma Komutanı Oramiral Nusret Güner’in kızının odasına gizli kamera yerleştirdiği ileri sürülüyor.
Güner’in evine giren Astsubay Mustafa Koç’un gizli kamerayı koyduğu, bir süre sonra da kaldırdığı belirtiliyor. Zanlılardan ele geçirilen kamera kayıtlarındaki şu ifadeler ise çetenin çirkin yüzünü ortaya koyuyor:
“Nusret Paşa’nın kızı konusunda çok hassas olduğunu unutmayın. Kızının çocukla el ele fotoğrafı bile onu delirtir.”
Ne demektir bu?..
Demektir ki;
Nusret Güner’in istifa etmesinde “tutuklamalara tepki” değil; onun Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na gelmesini istemeyen birilerinin yaptığı “şantaj” rol oynamış!..
Düşünebiliyor musunuz;
“Kızının bir delikanlı ile el ele fotoğraf çektirmesine” bile tahammül edemeyen bir komutan, kızının odasına “gizli kamera” konulmasına hiç tahammül edebilir mi?..
Allah bilir;
Ne görüntüler aldılar ve bunu “şantaj aracı” olarak kullandılar!..
Komutan da;
Bu “şantaj”a boyun eğdi ve daha fazla direnememiş, bastı istifayı!..
Bir anlamda;
“Kızını”, dolayısıyla “namusunu” kurtarmak için “kendini” yaktı!..
ASKERE GAZ VERENLER!
Haa, bunları yazıyorum diye; “Gerçek illâ da budur” gibi bir iddiam yok...
Nusret Güner, “şantaj”dan değil de, pekâlâ “tutuklamalara tepki”den de istifa etmiş olabilir.
İstanbul’daki bazı “sermaye sahipleri” önemli askerlerle bir araya gelip, onlara; “Ülkenin gidişatı hiç iyi değil... Daha fazla geç kalınmadan, bir şeyler yapılmalı” dediği gibi, Nusret Güner’e de ulaşıp, aynı şeyleri ona da söylemiş ve “istifa”sına yol açmış olabilirler!..
Nusret Güner de;
Bu “gaz”lardan etkilenip; zaten “şeriat” dışında bir tehlike, “laiklik” dışında sarılacak ip bulamayan bazı askerler gibi, “tavır” koymuş ve “istifa” etmiş olabilir.
Ne ilginç değil mi?..
Ergün Diler’in yazdığı gibi;
“Amerikalı 10 bin kilometreden gelip bölgeye çöküyor... İngiliz, Fransız “uzak” demeden Müslüman coğrafyasında at koşturuyor!..
Düşünün; Norveç bile Ortadoğu’da!..
Ama biz?
Hâlâ 1923’e takılıp kaldık!..”
Hâlâ Şeriat,
Hâlâ Laiklik!..
Oysa, dünya ülkeleri “enerji” peşinde koşuyor, “nüfuz alanları”nı kaybetmemek için savaşıyor... Fransa, niye Mali ile meşgul oluyor sanıyorsunuz?..
Elalem “istifade” ile meşgul,
Biz ise “istifa”larla!..
KAZA(!) VE İNTİHAR(!)LAR!
Yalnız; “istifa”ymış, “intihar”mış, ya da “kaza süsü verilmiş cinayet”lermiş, bunların neden hep Deniz Kuvvetleri’nde meydana geldiği ve neden “Ergenekon Operasyonu”ndan sonra hız kazandığı da araştırılmalı değil mi?..
Meselâ, emekli Albay Birol Atakan’ın bir trafik kazasında ölmesi olayı...
l Hatırlarsınız; Birol Atakan
l 2 Mayıs 2007’de şaibeli bir trafik kazasında öldü... Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu’nun emir subayıydı. Daha önce de Özden Örnek’le birlikte çalışmıştı. “Darbe Günlükleri”ni sızdırdığı iddia edildi... Deniz Kuvvetleri’ndeki “hafıza defteri”ydi...
Meselâ, Tabip Yarbay Nursal Gedik...
l 11 Kasım 2007’de görevli olduğu Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’nda tabanca ile intihar etti. Gedik’in neden canına kıydığı hâlâ anlaşılamadı. Yarbay Gedik, biyokimya laboratuvarında görevliydi.
İstihbarat raporlarına göre, uyuşturucu ve kadın ticareti konularında çok özel bilgilere ulaşmıştı. Gedik’in cenaze törenine rütbeli personelin katılmasına izin verilmemişti.
Meselâ, Yarbay Tanju Ünal...
l 26 Haziran 2009’da makam odasında hayatına son verdi. Güney Deniz Saha Komutanlığı’nda adli müşavirdi. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı “İlhami Erdil’in rütbelerini söktüren hakim”di. Batı Çalışma Grubu ve Ergenekon yapılanmasına dair çok özel bilgilere sahip olduğu iddia edildi.
Meselâ, emekli Albay Belgütay Varımlı’nın “düşme” olayı!..
l 21 Kasım 2009’da balkondan düştü.
Milli Savunma Bakanlığı Teftiş Heyetleri Kurulu eski başkanıydı... İlhami Erdil’in rütbelerinin sökülmesine sebep olan kişiydi. “Sarıkız darbe planını ihbar eden albay”dı... Birileri tarafından balkondan atıldığı söylendi.
TSK’da çok önemli sırlara vakıftı. Hilmi Paşa’ya çok şey anlattığı iddia edildi.
Bu “intihar”(!) ve “kaza”(!)lardan ya da “balkondan düşme”(!)lerden sonra Donanma Komutanı Oramiral Nusret Güner’in istifasını yeniden değerlendirmekte yarar olduğu kanaatindeyim...
Siz, ne dersiniz;
Komutanın istifası “şantaj”dan mı, yoksa “Balyoz tutuklamalarına tepki”den mi?..
Bir konuşsa da öğrensek!..
Gazeteler konuşuyor,
O da konuşsun!..
Ki, “dedikodu”lar son bulsun!..
Onlara gelince “örgüt” yok, ama Müslümanlara gelince!..
Şahsen ben, “gazetelerdeki haberleri” ve o haberleri 1. sayfaya koyduran “yönetici”lerin mantığını anlamakta çok zorlanıyorum.
Meselâ; Ergenekon’cuların, Balyoz’cuların, KCK’lıların, DHKP-C’lilerin ve “Askerî Şantaj Çetesi”nin bu işleri yapamayacağını söyleyip, onları neredeyse “Kanarya Sevenler Derneği”nin üyeleri olarak göstermeye çalışırlarken; Malatya’da, “Zirve Yayınevi’ndeki katliam”ın bir “örgüt” tarafından gerçekleştirildiğini, Hrant Dink’i öldüren Ogün Samast’ın arkasında da bir “örgüt” olduğunu söylüyorlar!..
Ne yani; burada bir “ayrımcılık” ve “benim teröristim iyidir” mantığı yok mu?..
Teröristler; Hrant Dink’i öldürüp, “Zirve’de katliam” yapınca tu kaka, ama “Dindarlara zulmedince” baştacı, öyle mi?..
Bir de şunu anlayamıyorum... Uğur Mumcu’nun öldürülmesi için, “faili meçhul bir cinayet” diyorlar... Hem “faili meçhul” hem de “Müslüman”lar, yıllarca “hapis” yattılar!.. Bu, nasıl iş?.. Ve bu zulme, niye sessizler?..
Bu “tenakuz”ları izah edecek bir “babayiğit” arıyorum!..