Türkiye’de Ganimet Toplanamaz
HIRSIZLIK ve namaz birlikte olmaz konulu yazım için gönderilen e-maillerden birinin metnini aşağıda aynen okuyacaksınız. İmlasını ve noktalamasını bile değiştirmedim.
mehmet sevket eygi mizah yazari olmus..
seriatin olmadigi allahin kurallarinin uygulanmadigi yerde deccal ve sufyanin malini korumak için dine siginiyor... sevket eygi.. nereden nereye geldi... bari sus konusma da zulme dini kullanarak destek olma... ne gunlere kaldik yarabbi...
kafirin malinin bekciligini yapmayi muslumanlara emreden ulemai siu turedi
Muhterem ünal Seyidoğlu birtakım vahim yanlışlıklar sergilemiştir. Bunları kısa kısa yazıyorum:
1. Müslümanlar Şeriat kurallarına uygun şekilde yapılan cihad dışında ganimet toplayamazlar. Hırsızlık, yolsuzluk, talan ganimet değildir. Peygamber efendimiz “Yağma malzeme ile doldurulmuş (ateş üzerindeki) çömleği deviriniz” buyurmuşlardır.
2. Şartlarına uygun toplanan ganimet kapanın elinde kalmaz, beşte biri beytülmal-i müslimîne bırakılır, diğeri fıkha uygun şekilde mücahidlere ve diğer hak sahiplerine verilir. Türkiye’yi soyacak, aklınca ganimet toplayacak ve bu ganimetler zimmetinde kalacak... İslâm’da böyle bir şey yoktur. Bu haydutluktur, eşkiyalıktır, soygunculuktur, tek kelime ile hırsızlıktır.
3. Türkiye’de yakın tarihte Müslümanlara çok büyük zulümler yapılmıştır ve bunlar biraz hafiflemiş olsa da devam etmektedir. Lakin ülkemiz dar-ı İslâm mıdır, yoksa dar-ı harb midir, bu konu muhtelefün fihtir. Bazıları dar-ı harbtir demişler, bazıları dar-ı İslâm’dır... Bir üçüncü taife de dar-ı fetrettir görüşünü ileri sürmüştür.
4. 75-80 bin camisi bulunan, günde beş kez ezan okunan, Ramazan’da oruç tutulan, her yıl bir ordu kadar Müslümanın hacca gittiği, yüzde yüz olmasa da fıkhın ve ahkam-ı şer’iyenin uygulandığı bir ülkeye ceffelkalem dar-ı harb deyip sonra hırsızlığa, soyguna, beytülmali zimmetine geçirmeye, bin türlü malî (mal ve para ile ilgili) suç ve günah işlemeye yeşil ışık yakma bir nevi terörizm olmaz mı?
5. Resûl-i Ekrem ve Fahr-i Kainat aleyhi ekmelüttahiyyat Efendimiz Medine’ye hicret edecekleri zaman, o gece yatağına Hz. Ali kerremallahu vecheh efendimizi yatırmış ve nezdindeki emanetleri kendisine vererek “bunları sahiplerine iade et ve sen de hemen yola çık Yesrib’e gel” buyurmuştu. Yani müşriklerin emanetlerine bile riayet etmişti.
6. Biz, el-Emîn sıfatını taşıyan büyük bir Peygamberin ümmetiyiz. Emîn (güvenilir) olmakla yükümlüyüz. Devletin, belediyelerin, ülkenin bütçelerine, mallarına, paralarına ihanet edemeyiz.
7. Bu ülke bizimdir, onu asla soyamayız. Bu halk bizim halkımızdır, ona haksızlık yapamayız. Bir Müslüman saçı bitmedik yetimlerin haklarını yemez, fakir halkın nafakasına göz dikmez.
8. Rüşvetin, yolsuzluğun, zimmetine mirî parayı zimmetine geçirmenin, çalıp çırpmanın, az zamanda çok zengin olmanın ganimetle falan ilgisi yoktur.
9. Bu ülke küffardan yeni feth edilmiş bir ülke değildir. Eimme-i müctehidînden İmamı Şâfıî hazretlerinin içtihadına göre, evvelce dar-ı İslâm olan bir ülke hükmen hep dar-ı İslâm’dır. Türkiye’yi dar-ı harb kabul edenler olsa bile kesinlikle burada yaşayan Müslümanların haklarını zimmetlerine geçiremezler, ganimet toplayamazlar.
10. Bu ülkedeki egemen, zalim, dinsiz azınlık bir Müslüman için “Şu adam gericidir, çağ dışıdır ama son derece namusludur, haram yemez, yüzde yüz güvenilir bir kimsedir” mi desin, yoksa “Şu sahte dindara bakınız. çift hörgüçlü Türkistan devesini hamuduyla birlikte yutar...” mı desin?
Muhterem ünal Seyidoğlu bey kardeşimiz beni kafirin malının bekçiliğini yapmakla suçluyor, hakkımda ağır ve hakaretamiz bir üslup kullanıyor. Genç olsaydım darılır, öfkelenirdim. Yaşlandım, darılmak ve öfkelenmek lüksüm yok. Kendisine selam ve hürmetlerimi sunuyor, hatalı fikir ve görüşlerini tashih buyurmasını istirham ediyorum.
Meksika Kaktüsü ve çinliler
BİR ay kadar önce şöyle bir haber okudum: Meksika’da yenilebilir bir tür kaktüs yetişiyormuş. Bir bölgede 10 bin küsur aile bunun ziraatını yapıyormuş, ABD’ye çiğ ve konserve olarak ihraç ediliyormuş... Birkaç sene önce çekik gözlü çinliler gelmişler, bu kaktüsler hakkında bilgi toplamışlar. Sonra Meksikalılar hiç beklemedikleri bir sürprizle karşılaşmışlar: çinliler kendi ülkelerinde bir iki sene içinde bu kaktüsü yetiştirmişler ve ABD’ye konserve olarak ihraç etmeye başlamışlar...
Kaktüs fazla su istemeyen bir bitkidir. 10 binlerce türü vardır. Muhakkak ki yukarıda bahsettiğim yenilebilir kaktüs türü ülkemizin bazı bölgelerinde yetişebilir, yetiştirilebilir.
Maalesef bizde çinlilerdeki kafa yok. Bir grup Türkiyeli Meksika’ya gidecek, yenilebilir kaktüs ziraatıyla ilgilenecek, gerekli malzemeyi toplayacak, Türkiye’ye gelecek, burada üretecek, iç piyasaya sürecek, dışarıya ihraç edecek... Bunlar bizim için ne zor şeyler...
Böyle işleri devlet yapsın demiyorum, devlet yapamaz. Farz edelim yenilebilir kaktüs ziraatı için birkaç milyon dolar ayrıldı. Bir yığın haşarat bu paraları yemek, rantlamak, bu işten nemalanmak için harekete geçecektir. Sonu acı bir fiyasko olacaktır.
Dünya, bu arada ülkemiz vahim bir su sıkıntısıyla karşı karşıyadır. İnsanlarımızı ve hayvanlarımızı beslemek için daha az suyla yetişen hububata, sebzelere, meyvelere muhtaç olacağız. Bunları şimdiden tesbit edip kurak bölgelerde yetiştirmeye çalışmamız gerekir. Dünya üzerinde çölleri bile bitkilendirmeye, yeşillendirmeye çalışan akıllı toplumlar ve tedbirli devletler var.
Eskiden ülkemizde kivi yetişiyor muydu? Yetişmiyordu. Bu işe merhum Adnan Kahveci öncülük etti, sonunda kivi üretimi başladı. Fena mı oldu?
Ziraat fakültelerimiz, şu anda Türkiye’de yetişmeyen, lakin istenilse, teşebbüs edilse yetişebilecek bitki, hububat, sebze, meyve türlerini tesbit etmeli ve derhal tecrübe çalışmalarına başlanılmalıdır. Eminim ki, yüzlerce, hattâ binlerce bitki türü bulunacaktır.
Kocaman tarlaya mısır ekmiş... Zahmetinin, emeğinin karşılığını alamaz. Mısır fazla para eden bir şey değil. Belki yazımın başında bahsettiğim kaktüsü ekse ve satabilse çok daha fazla para kazanacak...
Benim bu dediklerimi sade vatandaş, köylü, kırsal kesimli tek başına yapamaz. üniversiteler, devlet, büyük sivil kuruluşlar, ziraat fakülteleri, araştırma enstitüleri, laboratuvarlar gerekir.
Maalesef ufuklarımız çok dar... Bu gibi işlerde ve hizmetlerde yeteri kadar feragatli, fedakâr, idealist ve vatansever değiliz.
Bundan 50 sene kadar önce Türkiye’de deniz taşımacılığı bugünkünden daha yaygın ve güçlü idi. Yolcu ve yük gemilerinde aşırı miktarda fare peydahlanmıştı. Bunlarla baş edilemiyordu, Denizcilik İşletmesi bir “Fare İtlaf Heyeti” kurdu. Bilgi edinmek için bu heyet dünyanın çeşitli ülkelerine gitti. Gazetelerde okumuştum, Japonya’ya gittiklerini de biliyorum. Sonra ne oldu biliyor musunuz?.. O ülke senin, bu ülke senin derken fare itlaf heyetinin izi kayboldu...
Diyelim ki bir bölgemiz susuzluktan, kuraklıktan çölleşiyor. çöl demek ille de hiçbir bitkinin yetişmediği, hiçbir canlının yaşamadığı bir yer değildir. çöllerin çoğunda susuzluğa son derece dayanıklı bitkiler, hayvanlar, böcekler yaşar, meselâ Büyük Sahra da böyledir. Hattâ bütün sene hiç yağmur yağmayan yerlerde bazı bitkiler sabah kırağılarından yararlanarak yaşayabiliyorlarmış.
Bütün bunlar incelenecek ve Türkiye’nin gereken yerlerine bu bitkiler ekilecek, dikilecektir. Bunu kim yapacaktır?