Nusret Çiçek

Nusret Çiçek

Bu işin sonu nereye varır?

Bu işin sonu nereye varır?

Evvela öncesini anlamak gerek… 27 Mayıs günlerini düşünüyorum… Darbe yangınına körükle yürüyenlerin darbe sonrası birer birer nasıl gözaltına alındıklarını…
Mahkûm edilenleri, asılanları…
12 Eylül öncesi.. ordu göreve diye bağıranların da akıbeti hayrola!
Mamak cezaevi defterleri karıştırıldığında görürüz ki, cezaevi müdavimlerinin soldaki çoğunluğu devrimcilik ve de Kemalizm adına darbe heveslileridir…
Fransız ihtilali önce kendi adamlarını kesti, astı… Bolşevik ihtilali de öyle…
Kullanırlar, işleri bitince de imha ederler…
Bizim devrimci tosuncukların her dönem kaderleri bu, elden ne gelir ki?..
1971 Mart muhtırası sonrasında yine aynı kadrolar merdiven altına…
28 Şubat karanlığındaki provokasyonları gözünüzün önüne getirin. İsrail’in Filistin halkına karşı uyguladığı devlet terörü Sincan’da kutlandı diye yer yerinden oynadı.
Tanklar yürüdü, marşlar çalındı… Ordu göreve çağrıldı.
Hükümet alaşağı edildi.
Sözde irtica tehlikesi… Bu tehlike de, üstünü başını kapatıp okumak isteyen bu ülkenin özbeöz çocukları… Şehitlerin, Mehmetçiklerin istikbaldeki anaları…
Şimdilerde bu devrimci zevatın birçoğu sermayenin köşelerinde tetikçi. Eskiden emekçi hakları diyerekten kalbur delenler şimdilerde patronun sıcak parasını görünce son noktayı koydular… her birisi birer ulusalcı patroncuk…
Ulusalcılık, hem sağda hem solda dökülenlerin yeniden toparlanması anlamını taşır. Soygun ve de halkın manevi değerlerine karşı tepki planında kafalar, yöntemler hep aynıdır… Uçlar arasında milliyetçilik ve de ulusalcılıkta anlaşma sağlanınca, ülkenin daha da sessiz sedasız soyulduğuna şahit oluyoruz.
Bayındırlık Bakanlığı’ndaki soyguna ait kararı Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi yeni verdi… Sözde devletçiliği sahiplenen her iki üç soygunda anlaşma sağlayınca nasıl muvaffak oldukları bu kararda açıklanıyor… çoğu da deprem paraları… Kan, irin, zakkum…
28 Şubat soygunu uçların ortak operasyonudur…
Şüphesiz 31 Mart ayaklanmasından beri bir el içimizde dolaşıp duruyor…
Bakıyorsunuz ki o el bazen yargıda, bazen siyasette, bazen da çetelerde.. Kimi zaman da o eli darbelerde görürüz… Tanklar yürür, düdükler çalınır… Bazen da, Meclis kararlarının Anayasa Mahkemesi tarafından usulsüz iptal edilmesi, 376 sayısı gibi olaylar ülkede ismi konulmasa da sivil bir ihtilalin olduğuna işaret eder…
Geri kalmışlık hikayelerimiz bunlar…
Diyorum ki yine bu bizim devrimci tosuncuklar… Darbe aşamasında yakayı ele verince birer birer tutuklanıp içeriye mı atılıyorlar?
Suçları Mustafa Kemal sevgisiymiş! Bu ülkede Mustafa Kemal’i sevmeyenleri deliğe tıkadıklarını biliyoruz da, sevenlerin başlarına böyle bir iş geldiğine hiç rastlamadık.
Mustafa Kemalci geçinmek bu sahte piyasada her zaman para eder…
Olup bitenlerden anlıyoruz ki Ulusalcı Kemalistler bir yerlerden fena halde sıkıştırılmış durumdalar. Belki de bu sıkıştırma ülkedeki yabancı servislerin karşılıklı hesaplaşma olayıdır…
ABD’cilerle, Marksist/ Leninciler karşı karşıya gibi…
Değilse, bu kavgadan ülke adına tek bir sonuç çıkarabiliriz, o da kendilerine hiçbir surette dokunulamayanların şu anda dokunulmasıdır. Burasını hepsinden öncelikli olarak düşünmek daha sağlıklı sayılır… örneğin Saddam da zamanın dokunulmaz diktatörlerindendi, ama birileri Merih’ten gelerek ona öyle bir dokundu ki iflahı kesildi… Silindi gitti…
öyledir zahir, bu Siyonizm önce kullanır, sonra da işi bitenlere dokunur gider…
Tarih olurlar…
Bundan sonrasında olayların nelere gebe olacağı önemli.
Şüphesiz ilk hedef, AK Partisi'nin iktidardan indirilmesidir. Bu indirilme olayı, ABD müttefikliğini istemeyen servislere aittir… O havadan bakıldığında bir kısım askeri şahıslar arasında bile hesaplaşmaların olduğunu görüyoruz. Her ne kadar Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Abdurahman Yalçınkaya (devre arkadaşım)… ülkede içki satışlarının azalmasını (sanki kendisi çokça içki içer de…) parti kapatma sebebi saymış olsa da, bu olayların açığa çıkması o gerekçeye gölge düşürdü…
Film tam ortasından koptu demektir… AK Partisi'ne neden kapatma davası açıldığı da anlaşıldı… Gerekçeler ulusalcıların ortalığa yaydığı argümanlar… Planın bir parçası…
Şimdi bütün gözler yargıda… Bundan sonrasında gelindiği kadar başarılı olacağını sanmıyorum. çünkü, aynı düşüncede olanların bir kısmı da yargıya sızmıştır… Yargıdaki ideolojik kadrolaşmalar sivillerden daha da etkili… Onlar hem kapatma olayında, hem de Anayasanın karar verme aşamasında etkili oldular, korkarım ki yargılamada aynı eller etkili olursa bu yeraltı örgütünün önü kolayına alınmaz…
Her birisi ittihatçılar gibi kahraman olur çıkarlar…
Bir de şu var ki, karşı güçler Kara Kuvvetleri Komutanı Sayın Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olmasını istemedikleri kesin… Bir süre önce Ağlama Duvarlı resimleri el altından medyaya servis etmiş olmaları boşuna değildi…
Kampanya hem hükümete hem de şu andaki askeri kadrolara karşı açılmıştır…
Sayın Başbuğ’un deyişiyle, olay sanıldığından da ciddi… Halk ile aydınların buradaki rolü, askeri ile meşru yollarla iktidar olan hükümetin yanında (seçime kadar) yer almasıdır.
Değilse, ilerisi karanlık…
Hükümet bu arenada zayıf bir dalda oturuyor, gerekli olan yasal altyapı hazır değil… Şayet bu olayların üzerine diğer devlet güçlerinin desteği ile gidilememesi halinde, her halükarda ortalık iyice karışacağından fatura mevcut hükümete kesilir…
Ya herro, ya merro… (*) Emekli Hakim

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nusret Çiçek Arşivi