Tabağı 296 Liraya Lüks Yemek
Türkiye tezatlar, çelişkiler ülkesi. Yüksek şahikalar, derin uçurumlar. Bir yanda Eski Roma’yı gölgede bırakan orgie’ler, öbür yanda yürekleri parçalayan sefalet örnekleri.
Birkaç kere bahsetmiştim, İstanbul’un en ucuz lokantaları Kumkapı’da Nişancı Camii civarındadır. Çorba 1 TL, kuru fasulye 1 TL, nohut 1 TL, pilav 1 TL. Bundan ucuzu can sağlığı.
Bir de şahikalara bakalım:
1. İsmini vermeyeceğim lüks bir otelde “Fırınlanmış Alaska yengeç dilimleri İran havyar cappuccino ile” özel sipariş ile yapılıyor, fiyatı 275 lira.
2. “Sushi Moriawase”, bu yemek lüks bir Japon lokantasında Japon şef tarafından hazırlanıyor, bir porsiyonu 296 lira. Bu da özel istek üzerine yapılıyor.
3. Lüks bir restoranın “Tereyağı ve Prosecco’lu poşe ıstakoz siyah trüf ve havyar ” tabağı 275 lira.
4. Sahildeki bir saray otelde “Tuzda deniz levreği” 175 TL. Özelliği: Bu levrek Cunda Adası civarında ucuna canlı yem takılan oltayla tutuluyormuş.
5. Tarabya’da bir restoranda çift kişilik akşam yemeği özel seçilmiş şaraplarla 225€.
Bu bilgileri internetten çıkarttım. Siz de /lüks ve pahalı yemekler/ kelimeleriyle arayıp daha nice lüks bilgilere ulaşabilirsiniz.
Türkiye’deki sistem nasıl bir sistemdir? Birilerinin hoşuna gitmeyecek ama yazacağım, vahşi kapitalizm, vahşi liberalizmdir.
İslami kesimde son yirmi otuz yıl içinde hayli yeni zengin türedi. Onların da içkisiz, lüks lokantaları var. Her ne kadar yukarıda saydığım beş yemek kadar pahalı olmasa da bizim bir kısım zenginler İslami ölçülere göre lüks ve israf sayılabilecek lezzetli yemekler yiyor.
İslam, Kur’an, Sünnet, hikmet, İslam ahlakı ne diyormuş umurlarında değil.
Fakirlerin durumu nasıldır? Bu soru da onları ilgilendirmez… Can boğazdan gelir. Bendeniz herkes Kumkapı’daki ucuz lokantalara gitsin demiyorum. Ölçülü ve orta yiyelim diyorum.
Yeme içme konusunda İslam’ın kuralları, emirleri, yasakları, öğütleri vardır.
(1) Acıkmadan sofraya oturmamak.
(2) Mümkünse doymadan sofradan kalkmak.
(3) Doyduktan sonra yemeye devam etmek haramdır. (İstisnaları: Bir ziyafete gittiniz, ev sahibi çok ısrar etti, biraz ölçüyü kaçırabilirsiniz. Yahut çok uzun ve sıcak bir günde oruç tuttunuz…)
(4) İslam dininde israf haramdır. Lüks yemekler, doyduktan sonra yemek israfa girer.
(5) Orta halli olmakta yarar vardır.
Bendeniz iyi bir Müslüman olduğumu iddia etmem. Böyle bir iddia
had-nâ-şinaslık olur (haddini bilmezlik olur). Yaşlıyım, perhiz yapmam gerekiyor, bir esnaf lokantasında on liraya karnımı doyururum. Arada bir on beş lira olsun, yılda bir iki defa yirmi lira. Bu sınırları aşmamaya çalışırım. Öyle bir oturuşta adam başına elli liralık, yetmiş liralık, yüz liralık yemem.
İslam dini, zengin de olsalar Müslümanların kanaatli, cimriliğe kaçmamak şartıyla iktisatlı, ölçülü hareket etmelerini emr ve tavsiye eder.
Kendi nefsinize cömertlik etmeyelim mi… Etmeyelim, başkalarına edelim. Lokantaya giderken yanına bir iki kimse alırsın, onların karnını doyurursun, hesabı sen ödersin. Cömertlik budur. Kendisi tıkınmak değil.
Ben kendimi iyi Müslüman olarak görmüyorum demiştim. Biraz vicdanı olan, iyi bir Müslüman olsaydım Türkiye’de ve İslam âleminde bu kadar sefalet, açlık, yokluk, sıkıntı varken, milyonlarca Müslüman sürünürken yediğim yemekler boğazımdan geçmezdi.
“İkinci yazı”
Okuma Yazma Seferberliği
TÜRKİYEDE on milyonlarca Müslüman okuma yazma bilmiyor!.. Yahu sen şaşırdın mı, bunca okul varken on milyonlarca Müslüman okuma yazma bilmez olur mu?.. Maalesef öyle… Müslüman halkımız 1928’den önce yazılmış, basılmış kitapları okuyamıyor… Atalarının mezar taşlarını okuyamıyor. İstanbul Üniversitesinin ana kapısındaki Türkçe dev kitabeyi okuyamıyor.
Müslümanların büyük kısmı bu korkunç, bu dehşet verici cehaletin farkında bile değil.
Farkında olanlar az veya çok üzülüyor…
Üzülmekle iş bitmez… Çareler ve çözümler aranmalı ve önce milyonlarca, daha sonra on milyonlarca halka bin yıllık yazımız okutulmalı, öğretilmelidir. Aşağıda bir çare ve çözüm teklifi sunuyorum:
Bin kadar sivil kuruluş ve topluluk bir araya gelir… Bazı belediyeler… Cemaatler… Dernekler… Gruplar…
Bunlar, halka bin yıllık millî yazımızı öğretmek üzere harekete geçer.
İlk önce müşterek bir plan ve program yapılır.
Yurt çapında on binlerce dershane faaliyete geçirilir.
Kur’an harflerini tanıyanlar, Osmanlıcayı bir saatte (evet tekrar ediyorum, bir saatte) sökmeye başlar.
Kur’an yazısını bilmeyenlerin İslam alfabesini öğrenmeleri iki üç hafta vakit alır. Harfleri öğrendikten sonra onlar da bir saatte Osmanlıca okumaya başlar.
Sonra Osmanlıca okuma çalışmaları ömür boyu devam eder.
Osmanlıcayı öğrenmeye başlayanlar için Osmanlıca haftalık bir gazete, aylık bir dergi yayınlanır, cep kitapları çıkartılır.
Bu okuma yazma seferliği siyasete, hizip ve fırkacılığa, cemaatçiliğe alet edilmez, ilim ve kültür için yapılır.
Yazıcı Nurcular bu konuda büyük hizmetler edebilir.
Süleyman Efendi hazretleri cemaati de büyük hizmet edebilir.
Diğer Sünnî cemaatler ve tarikatlar da…
Memleketimizde resmî ideolojiyi bir din gibi benimseyen vesayetçi baskı ve terör sisteminin beli kırılmıştır. Yukarıda anlattığım temel hizmeti yapmak için vasat müsaittir.
Halkın bin yıllık millî yazımızı ve zengin edebî lisanımızı bilmemesi büyük bir kültür kopukluğudur. Bu kopukluk tamir edilmeden sağlıklı ve dengeli bir şekilde kalkınmamız mümkün olamaz.
Müslümanların bu konuda harekete geçmemeleri gerçekten çok büyük bir ihmal ve gevşekliktir.
Diyanet, bugünkü durum ve statüsünde belki doğrudan doğruya bu konuda hizmet veremez ama İslam yazısı öğrenme seferberliğini dolaylı olarak altında destekleyebilir ve teşvik edebilir.
Camilere kalorifer tesisatı yaptırmak, klima cihazları koymak konusunda pek gayretli ve heyecanlı Müslümanlar niçin bu okuma yazma işini ihmal ediyorlar, anlamak mümkün değildir.
(Not: Hayata geçirilmesini teklif ettiğim bu okuma-yazma seferberliği paraya, menfaate, ranta, voli vurmaya, çarpmaya, din sömürüsüne alet edilmemelidir, Allah rızası için ihlasla yapılmalıdır. Ancak zaruret varsa ücret alınmalıdır.)