Bu Pilotlar Neden İstifa Ediyor?
Önce şunu söyleyelim, Hava Kuvvetleri’ndeki istifa olayları yeni değil. Eskiden de oluyordu bu işler. 10 yıl zorunlu hizmet süresini dolduran daha iyi imkanlar bulunca çekip gidiyor. Az para verir yüklü mesai istersen uzman elbette ki çalışmaz, çeker gider.
Şimdi ki ayrılmalar öylesinden değil.
Pilotların bir çoğunun hakkında açılan davalar var, soruşturmalar var.
Gerçi F16 pilotları ayrılmakla Hava Kuvvetleri’nin kapısına kilit vurulacağı şeklinde menfi propagandalara girişen Balyozcu generaller var. Bu generallerin gözünden kaçan, madem öyle, teröre karşı hava saldırılarındaki üstünlük nereden geliyor?
Şu aşamada Hava Kuvvetleri terör konusunda oldukça başarılı.
Yoksa bir kısım pilotlar sortilerinde bombalarını dağa taşa bırakıp geri üstlerine döndüklerinden mi terör bugüne kadar bütün şiddetiyle sürüp geldi?
İşin bu tarafını o ağıt yakanlar nedense açıklamıyor.
Bu kadar uçak, bu kadar bomba bir ülkeye atılsa o ülkede taş taş üstünde kalmaz.
Ama bakıyoruz ki taşlar yine aynı taşlar. Sanki o dağlarda yuvalanan terör barınaklarına bomba atılmamış gibi. Eskiden sıkça olmuyor muydu?
100 kişilik terör ordusu sıkıştırılır, bir kişinin burnu kanamaz.
Yıllarca bu hikayeleri dinledik durduk.
Şimdi iş hesap verme gününe gelince kaçan kaçana…
Olayın bir de beşinci kol propagandası var.
Bu propaganda bir kısım medya da dahil (yazarı ile, siyasetçisi ile, sözde sanatçısı ile) hep bir elden yürütülüyor. Sloganları, “Hava Kuvvetlerimiz tasfiye ediliyor”.
Sanki donanmanın planlarını para karşılığı Yunan Gavuruna satarken enselenen subay ordu demekmiş. Veya balyoz borusunu eline alarak “işte bu bir boş borudur” diyen generalin ilişkilerine yargı el atınca orduya dokunulmuş oluyor.
Bu adamlar alışkanlıkları gereği yedikleri haltın semeresini ordunun manevi şahsiyeti ile perdeleyerek sıyrılmak peşinde. Bu da tutmazsa, sırada Kemalizm’in altı oku var.
Geçmişin cumhuriyet yürüyüşleri bir külleme operasyonu idi.
Ne var ki bağımsız yargının bu tip gürültülere karnı tok.
Her yere sızan bir terörle karşı karşıya ülke. Pilotundan tutun da subayına, yazarına, çizerine kadar. Hastalık daha yeni teşhis edildi, tedavisi bundan sonra yapılacak.
Görüyoruz ki BDP’liler barış yerine hala kandan söz ediyor: “Eş Başkanımız (Kışanak) ya da herhangi bir milletvekili dün yaralanmış olsaydı, bugün bu ülkede hiç kimse rahat hareket edemeyecekti. Bu ülke kan gölüne çevrilecekti.”
Veya bir başkası: “Ancak silaha yeltenseydim, çıkarır, gözünün ortasına çakardım.”
Bu sözleri söyleyenler milletin hazinesinden maaş alan, altlarında meclisin kırmızı plakaları olan, her türlü güvenlikleri devlet tarafından korunan kişiler.
Sorsanız siyasi bir oluşum, ama her seferinde ağızları kan kokar.
İktidar ağzı kan kokanlarla ileriye yönelik yapacağı girişimlerin pek de sağlıklı olacağı kanaatinde değilim. Şartlar öyle gösteriliyor ki sıkışan terör toparlanmaya çalışıyor.
Sızan haberlerde İmralı silah bırakıp yurt dışına çıkmak için üç şart koşmuş.
KCK tutuklularının salıverilme sonrasında iki taraf için çatışmasızlık ortamı ilan edilmesi, Suriye Kürdistanı’nın tanınması, ana dilde eğitimin anayasal güvenceye kavuşturulması… İktidar bu havaya kendisini kaptırırsa (ki sanmıyorum, operasyonlar son ana kadar sürecek) artık terörün sonu gelmez, aksine bir adım daha ilerlemiş olur.
Defolular Ordu’dan ayrılıyor diye kimseler karamsar olmasın.
28 Şubat’ta 1500 subay ve ast subayı yargısız kapı dışarı ettiler. 12 Eylül’de ordunun üst kademesi nerdeyse yarıya indirildi diye dünya yıkılmadı.
Şartlar yeniden oluşur, çürükleri temizlenmiş bir halde ordu yerini alır.
Ne var ki biraz daha gayret, sabır, metanet, cesaret...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.