Çeşitli Haberler
ÜLKEMİZE Avrupa’dan Patriot füzeleri getirildi, sınırlarımıza monte edildi, bunları çalıştıracak yabancı askerler geldi. Hatta Almanlar kendi vatandaşları olan Türk asıllı askerler gönderdiler. Bu Patriotların ülkemize geliş sebebi ve gerekçesi nedir acaba? Halk bu konuda bilgisiz.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin başını belaya sokan Almanların Göben Zırhlısı olmuştu. İnşaallah bu Patriotlar böyle bir rol oynamaz.
***
Kuzey Mali’de Selefiler veya Vehhabiler iktidarı ve hâkimiyeti ele geçirmişler, ilk iş olarak da evliya türbelerine saldırıp tahrip etmişlerdi. O kadar aşırı gitmişlerdi ki, türbelerin bitişiğinde bazı camileri de yıkmışlardı. Sonra Fransa onlara saldırdı. Şimdi bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak ne yapacağımı şaşırmış vaziyetteyim. Bir yanda, çok aşırı giden, kendileri gibi düşünmeyen ehl-i Sünnet Müslümanlarını müşrik ve kâfir ilan eden Vehhabiler, öte yanda Haçlı mı diyeyim, Siyonist mi diyeyim, Ateist mi diyeyim Fransa… Bundan iki yüz sene önce Vehhabiler Osmanlı İslam Devleti’ne ve Hilafetine isyan bayrağını açmışlardı. O zaman yaşasaydım, tabii ki bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak Osmanlı Devleti’ni tutardım. Osmanlı’nın hatası yok muydu? Vardı ama Ehl-i Sünnet esasları üzerine bina edilmiş, bir İslam devletiydi.
***
Sirkeci’den Sultanahmet’e doğru otomobille geliyordum. Cankurtaran’a varmadan önce yol kenarına dizilmiş yüzden fazla otomobil gördüm. Polis arabalarının ışıkları bir yanıp bir sönüyordu. Projektörler, kameralar… Kaybolan Amerikalı kadının cesedi orada bulunmuş. Bu kadın hakkında tonlarca mürekkep harcandı, bir yığın haber ve yorum… Lakin işin iç yüzünü bilen yok. Bu kadın kimdi? İstanbul’a ne yapmaya gelmişti? Onu kimler öldürdü? Bu soruların cevaplarını mutlaka bilenler var ama açıklamıyorlar.
Benim bildiğim bir şey varsa günümüzde İstanbul’un dünyanın bir numaralı casusluk merkezi olduğudur.
***
Japon otomobil firması Toyota yine dünyanın bir numaralı otomobil firması olmuş. Japonlar ülkelerinin küçüklüğüne, nüfuslarını besleyecek yeterli tarım arazisine sahip olmamalarına, demir kömür ve petrol kaynakları bulunmamasına, 1945’te feci şekilde yenilmiş olmalarına rağmen dünyanın üçüncü sanayi ve iktisat devi oldular. Onlar böyle ilerlerken Türkiye ne yapıyor? Bizde de iktisat bakımından ilerleme var ama Japonya kadar ve gibi değil. Onların dev bir otomobil sanayii var, bizim henüz yerli ve milli otomobilimiz yok. Yabancıların montaj arabalarını üretiyoruz. Geçtiğimiz bir yıl içinde elektrikli, akülü birkaç otomobil numunesi yaptık ama bir dolumla Ankara’ya kadar gidemiyorlar; yolda şarj edilmesi lazımmış, kısa zamanda da şarj edilemiyormuş.
Yoo, böyle konuşma, biz Japonların yapamadıklarını yaptık. Şapka Devrimi yaptık, nice adam astık… Milli yazımızı değiştirdik, şimdi 1928’den önce yazılmış ve basılmış Türkçe kitapları bile okuyamıyoruz… Kadınları açtık, başörtüsünü yasakladık… Japonlar harıl harıl otomobil, elektronik cihaz üretirken biz de ülkemizi heykellerle, büstlerle, masklarla, fotoğraflarla doldurduk… Zinayı suç olmaktan çıkarttık... Bunlar az şeyler midir?
***
Fabrikasyon usulü yetiştirilen tavuklara gece gündüz yirmi dört saat şişirici yemler yediriliyormuş, civciv yirmi küsur gün sonra koca tavuk oluyormuş. Kesilmekte gecikme olursa hayvanlar çatlayıp ölüyormuş. Medya haber verdi, böyle anormal şekilde zorlama metotlarla yetiştirilen tavukların vücutlarında tümörler oluşuyormuş.
Balıklar ağır metalli, tavuklar tümörlü, beyaz ekmeklere on iki çeşit kimyevî madde karıştırılıyor, memba sularının çoğu o biçim. Vah zavallı Türkiye halkı.
***
Bir hastane göz ameliyatı turları tertiplemiş. Adapazarı tarafında gözünden şikâyeti olan hastalar bedava minibüslere bindiriliyor, İstanbul’daki hastaneye getiriliyor, yemekler çaylar hastaneden lakin gelen hastaların hepsine göz ameliyatı yapılıyormuş. Gereksin veya gerekmesin. Tabii bunun parasını devlet ödüyor.
“İkinci yazı”
Râfi Nâfi Bey’e Açık Mektup
MUHTEREM Rafi Nafi Beyefendi’ye… Hukukumuza binaen size bazı gerçekleri, lafı evirip çevirmeden, çok açık ve çıplak olarak bildirmek zorundayım. Ahiretinizi tehlikeye atıyorsunuz, ebedi saadetinizi kaybedebilirsiniz. Bendeniz sizi ehl-i tevhid ve ehl-i kıble bilirim. Uyarmayı bir vazife bilmekteyim.
(1) İslam’ın Kur’anın, Sünnetin, Şeriatın iyi olarak gösterdiği, yücelttiği birtakım değerlere, şahıslara, kurumlara doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde dil uzatıyorsunuz.
(2) Yine İslam’ın Kur’anın, Sünnetin, Şeriatın kötü gördüğü tahkir edilmesini istediği birtakım değerleri, kurumları, kişileri, deccal ve kezzapları yüceltiyorsunuz.
(3) Zarurat-ı diniyeden olan birtakım değerleri, kurumları, hükümleri dolaylı şekilde inkâr ediyor, hafife alıyorsunuz.
Biz Müslümanlar insan olmak hasebiyle günahsız değiliz. Elbette günahlarımız, hatalarımız, noksanlarımız vardır. Lakin eğri otursak da doğru konuşmakla yükümlüyüz.
Müfsidleri, kezzapları, deccalları, fesatçıları yeremiyorsak susalım. Onları övmek ve sevmek konusunda izin ve cevaz yoktur.
Belki Stalin zamanında Sovyetler Birliği’nde yaşayan bir Müslüman canını kurtarabilmek için o kanlı kâfire ve zalime “Halkların sevgili babası” demek zorunda kalmıştır ama zamanımızda böyle bir takıye yapmayı gerektirecek baskı ve zulüm yoktur.
Ehl-i Sünnet ulemasının, fukahasının, eimmesinin üzerinde ittifak ettiği dini emirler ve yasaklar zaruriyattandır ve bunlar kesinlikle hafife alınamaz.
Ehl-i Sünnet İslamlığında kesin zaruret olmadıkça takıye yapılamaz. Muhterem Rafi Nafi Beyefendi… İnsanın başına gelen belaların yüzde doksanı dilinden ve kaleminden gelir. Çok rica ediyorum, lütfen kendinize acıyınız ve kötü değerleri, kötü kurumları, kötü toplulukları, kötü kişileri yüceltmeyiniz, övmeyiniz, göklere çıkartmayınız.
İslam’da hubbufillah, buğzufillah kuralı vardır. Bu kurala göre konuşunuz, yazınız. Konuşamıyorsanız, yazamıyorsanız susunuz. Resulullah Efendimiz (Salât ve selam olsun ona) “Ya hayır söyle, ya sus” buyurmuşlardır.
İslam diniyle savaşan, Kur’ana, Sünnete, Şeriata aykırı inanç, fikir ve görüşleri olan, Müslümanlara zulmeden kimselerin övülmesinden Hakk Teala Hazretleri razı olmaz.
Beş para etmez dünya menfaatleri, makamları, mevkileri için ebedi ahiretinizi tehlikeye atmayınız.
Baki selam ve hürmetler…