Marifet boyda ise Uzun Ömer verelim!
“Genelkurmay Başkanlığı, Atatürk’ün boyunun 1.68 değil 1. 74, kilosunun 74-76 arası, ayakkabı numarasının 42, sesinin de tiz değil gür olduğunu açıkladı.” (Star Gazetesi, 19 Şubat 2013).
Bir yaşıma daha girdim. Atatürk’ün boyunu uzatarak, sesini gürleştirerek neyin amaçlandığını doğrusu anlayamadım. Marifet boyda mı, kiloda mı, ayakkabı numarasında mı?
Marifeti boyda, kiloda, ayakkabı numarasında ve ses tonunda arayanlara başka bir önerim var: Uzun Ömer’i alsınlar!..
Boy 2 metre 25 santimetre, kilo 160, ayakkabı numarası 58, ses tonu da hiç fena değil…
Gerçek adı Ömer Özkan, ama onu herkes “Uzun Ömer” olarak tanıdı. Galata Köprüsü’nün altındaki küçücük bir dükkânda piyango bayiliği yapardı.
Günün birinde Samsun’dan bir dâvet almış. Samsun’a çekilen telgrafta “Uzun Ömer filan gün Samsun’a geliyor karşılayın” deneceğine, “Büyük Ömer filan gün Samsun’a geliyor, karşılayın” denmiş. İsmet İnönü’nün oğlu Ömer’in (Ömer İnönü) geleceğini zanneden Samsun bürokrasisi, bando-mızıka ile vapur iskelesine dizilip saatlerce beklemiş…
Bir de bakmışlar, vapurdan Uzun Ömer çıkıyor… Yanlışlık anlaşılıyor.
Okuduğumda çok gülmüştüm.
***
Bir hikâye daha…
İkinci Dünya Savaşı sırasında had safhaya çıkan ekonomik sıkıntılar yüzünden ekmek karne ile veriliyordu. Fakat 160 kiloluk Uzun Ömer’e ekmek yetmiyor, garibim yarı aç dolaşıyordu…
Sonunda dayanamadı, dönemin İstanbul Belediye Başkanı Lütfi Kırdar’a gitti. “Birbuçuk metre insana verdiğiniz ekmekle bana verdiğiniz ekmek aynı, bu durumda ben nasıl karnımı doyurayım?” diye şikâyette bulundu.
Ve bu şikâyet Cumhuriyet Gazetesi’ne haber oldu:
“… 2 metre 25 santim boyunda ve 160 kilo ağırlığında, Bilecik’li Ömer isminde birisi, dün sabah vilayette Dr. Lütfi Kırdar’a müracaat ederek 300 gram ekmekle idare edemediğini ve ağır vücudu göz önünde tutularak, kendisine daha fazla miktarda ekmek verilmesini rica etmiştir...” (15 Nisan 1942).
Uzun Ömer, Sait Faik’in bir hikâyesine de konu olmuş, meşhur hikâyecimiz onu şöyle anlatmıştır:
“Akşam olunca Ömer Efendi gişesini kapar, Köprü’nün merdivenlerini uzun, dalgın bir hülya âleminde çıkar. Kendinden altmışar, yetmişer, seksener santim aşağıda insanların üstüne saffet dolu, hüsran dolu gözleriyle bakarak bir tramvay vatmanının yanında iki büklüm Beşiktaş’taki evine döner. Babasını yemeklerini yerler. Sonra tahtadan yapılmış hususi karyolası kırıldığı için yerde hususi yapılmış şiltesine uzanır, gözlerini kapar, helal süt emmiş bir eş düşünür…”
Ben onu Galata Köprüsü’nün altındaki piyango bayiinde tanıdım. Hatırladığım kadarıyla pek gülmezdi. Alışveriş yapmayan ziyaretçilerden de fazla hazzetmezdi. Bir süre “Piyango bileti verelim mi?” der gibi gözlerimin içine bakmış, bakışlarımda yalnızca merak bulmuş olacak ki, “tezgâhın önünü kapatma” diye azarlamıştı.
Ayakkabılarından biri önündeki camekânın içinde dururdu. Ayakkabı, Ömer’den daha çok dikkat çeker, insanlar izlemeye gelirdi.
Öldükten sonra da ayakkabı ziyaretçileri devam etti. Şimdi o ayakkabı tekinin nerede olduğunu bilmiyorum.
Kayıtlara göre, 4 Şubat 1960 tarihinde, 38 yaşında öldü. Altı kollu özel yapım bir tabutla Eyüp Sultan Camii’ne getirildi. Kılınan namazdan sonra da Eyüp Sultan Mezarlığı’na defnedildi.
Allah rahmet eylesin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.