Bireysel Davette Dostluklar 1
İslam’a davette esas olan bireysel davetlerdir. Her bir insanı bire bir davet etmek yani. Bu, “İslam’a toplu davet olmaz ya da toplu davetler faydasızdır” anlamına değildir. Daha çok kullanılır ve etkili oluşundandır. Malum her dava önce bir’lerle aşlar, daha çok dostluklara, güvene dayalı olarak artar ve topluluklara dönüşür.
Bu tür davetlerde daha önceden kurulan dostlukların önemi büyüktür. Bu dostluklar, kişiye güven verir, maksadı kavrayış rahatlığı kazandırır, olumsuz düşünceleri, yersiz kuşkuları siler, bencillik, kendini beğenmişlik, gurur ve kibir gibi engelleri biraz daha rahat aştırır, samimiyet ve fedakarlığa sebep olur.
İslam, ilkin peygamberler aracılığı ile tebliğ edilir. Peygamberler ise bir takım güzel sıfatları olan insanlardır. Tebliğ dışında kalan doğruluk, güvenirlilik, günahsızlık, akıllılık gibi sıfatlar, aslında cemiyet içinde dost kazandıran sıfatlardır. Demek ki ilahî görevlendirme öncesi peygamberler, toplum içinde sevilen ve sayılan insanlardır. Aslında her davanın yayılması bu tip insanlar üzerinden olur.
Sevgili Peygamberimiz de bu açıdan bakıldığında kendi toplumunda sevilen, sayılan ve güvenilen bir insandır. Nitekim bu özelliğinin daha sonra gününü çok görmüştür.
Bugün bizim bireysel olarak yapacağımız İslam’a davetlerimizin altında da aynı olgular vardır. Sözümüzün etkin olması için güzel ahlaklı, bilgili, güvenilir, dürüst bir yaşam çizgimizin olması gerekir. Bizler de bu özelliklerimizle insanları İslam’a, İslam’ı öğrenmeye ve yaşamaya davet ettiğimizde başarılı olacağızdır Allah Teâlâ’nın izniyle.
Sevgili Peygamberimizin ilk davet ettiklerine bakarsak, aralarında karşılıklı büyük sevgiler olan kişileri görürüz. İyi bir dava ve davet için bundan tabii bir şey olamaz belki ama, bu önemsenecek bir ölçüdür. Bir insanı en yakınındakiler en iyi bir şekilde bilebilirler. Başkalarını kandırmak mümkündür belki, ama en yakınlarımızı kandırmak çok zordur. Eğer onlar onu kabullenmiyorlarsa, ona inanmıyorlarsa, burada bir neden aranmalıdır. Demek güven vermemektedir.
Bazen korku, kıskançlık, ülfet veya daha başka sebeplerle bir insanı en yakınlarının da tanımadığı, değerini anlamadığı veya tanımazlıktan, anlamazlıktan geldiği de olabilir. Efendimizin hayatında da vardır bu olgu ama, nispet olarak daha az yaşanan bir olgudur bu.
Bu açıdan bakıldığında Hz. Hatice’nin, Hz. Zeyd’in ve Hz. Ali’nin ilk Müslümanlar oluşlarının çok büyük önemi vardır. Kendisine karısının bile güvenip inanmadığı bir adama başkaları neden inansın değil mi? Burada Hz. Nuh ve Lut’un durumu bir istisnadır. Malum, “istisnalar kaideyi bozmazlar.” Sosyolojik kanunlar matematiksel kanunlar gibi her zaman aynılık veya kesinlik kazanamayabilirler.
Daha sonra Müslüman olanlara baktığımızda, yine şahsî dostlukların etkin olduğunu görüyoruz. Mesela Resulullah (sav) Efendimiz ile Hz. Ebu Bekir arasında çok yakın ve sıcak bir dostluk vardı. Onun için nübüvvet sonrası ilk karşılaştıklarında mesele tereddütsüz bitmişti.
Olaya gelecek yazıda daha yakından bakalım mı?