28 Şubat 1.000 yıl sürecekti... Erdoğan “Sıfır”ları atmasaydı!
Bugün, 28 Şubat... Bugün, bir zamanlar milletin “din”ini öğrendiği Saatli Maarif Takvimi’ndeki “sıradan günlerden biri” değil... Bugün, tarihe; “milletin hançerlendiği bir gün” olarak geçen, tarihi bir günün yıldönümü...
Evet, bugün;
Tarihe “gün” olarak değil, “darbe” olarak geçen bir günün yıldönümü...
Tıpkı 27 Mayıs 1960 gibi;
Tıpkı 12 Mart 1971 gibi,
Tıpkı 12 Eylül 1980 gibi!..
“16 yıl önce” bugün de, bu ülkede “28 Şubat 1997 Darbesi” yaşandı... O darbe ile birlikte de, “milli irade”nin yerini “askeri irade” aldı ve her şey “emir-komuta zinciri” içinde yürütüldü.
Ama, diğer darbelerden farklı olarak, bu defa “Silâhsız Kuvvetler” eliyle!..
“Siyaset” eliyle, “sendika”lar eliyle, “üniversite”ler eliyle, “dernek”ler eliyle, “iş adamları” ve “medya” eliyle!..
Onlar, “kukla”lardı... “Asker” ise; onları parmaklarında oynatan “kuklacı”ydı!..
Evet, bugün 28 Şubat 2013...
Türk siyaset tarihine “kapkara bir leke” olarak geçen “darbenin 16. yıldönümü!”
CENNET ÜLKEDE CİNNET!
Hemen herkes, pek tabiî; bugün “28 Şubat”ı telâffuz ediyor, o günkü “9 saatlik MGK”da alınan “18 maddelik karar”ların, Türkiye’de nasıl bir “travma”ya yol açtığı, sebep olduğu “500 milyar dolarlık zarar”la ülkeyi nasıl bir “ekonomik çöküntü”ye götürdüğü gibi konular üzerinde duruyor...
Evet, “28 Şubat”ın, bu ülkeye sayılamayacak kadar zararı olmuştur...
Bu ülkenin “siyaset”ini de mahvetmiştir, “ekonomi”sini de!.. “Asker”ini de mahvetmiştir, “öğrenci”sini de!..
Ama, asıl mahvettiği;
“Halkın psikolojisi”dir!..
Çünkü, “28 Şubat Süreci”yle;
Özellikle “dindar” insanların “özgürlük”leri ellerinden alınmış, “okul”ları ve “kurs”ları kapatılmış, sergilenen “yasa dışı zorbalıklar”la bu ülke insanına “maddi ve manevi işkenceler” yapılmış, genç beyinler, yabancı ülkelere “zorunlu sürgün”e gitmek mecburiyetinde kalmıştır.
Uzun lâfın kısası;
“Cüce Şubat” da denilen “Kısa” Şubat’ın etkileri hayli “uzun” oldu... Bu süreçte, toplumun kimyası bozuldu, ekonomi çökertildi, siyasal hayatta onulmaz yaralar açıldı!..
Partiler kapatıldı, gece yarısı operasyonlarıyla insanların evleri, öğrencilerin yurtları basıldı; başlar zorla açtırıldı, açmayanlar coplanıp yerlerde sürüklendi!..
Öğrencilerin istikballeri katledildi!..
İHL’ler ve “Kur’an kursları”nın köküne kibrit suyu döküldü!..
Akıl almaz fişlemeler yapıldı, pek çok insan işinden oldu, şirketlere “yeşil sermaye” yaftası vuruldu, trajikomik suçlamalar, yargılamalar yaşandı. “Kebapçı”lar bile fişlendi.
Ve bütün bunlar olurken, birileri ülkenin kaynaklarını sömürmekle, bankaları hortumlamakla meşguldü.
Görünen etkileri yanında bir de toplum bünyesinde açılan derin çatlak vardı ki; tamiri en zor olan da buydu.
Türkiye, bir “küskünler ülkesi”ne dönüştü. Devletle milletin arası açıldı. Ortalığı çınlatan 10. Yıl Marşları, bürokrasinin ve hakim sınıfın halk üzerindeki baskısını seslendirmekten öte bir anlam taşımıyordu...
Peki, sonuç?!?
Sonuç şuydu:
Bu “cennet vatan”, 28 Şubat süreciyle birlikte bir “cinnet ülkesi”ne dönüştürüldü!..
“Cinayet”lerin, “alkol ve uyuşturucu patlaması”nın, “tecavüz”lerin, “çeteleşme ve şiddet”in yaşandığı bir “cinnet” ülkesi!..
YAĞLI KAZIK.. SÜNGÜ!
Öyle bir “cinnet” hali ki; “omuzları bol yıldızlı” komutanlar, kendilerini “yıldızların da üzerinde” görüyor ve “Ben ne dersem o olur!” havalarında hava basıyordu...
İşte, bunlardan çarpıcı bir anekdot:
¥ İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Teoman Ünüsan, bazı üst rütbeli subaylarla yemekli bir sohbette bir araya gelmişti. Üst düzey bir general, emniyet istihbaratı ile askeri istihbaratın ayrı çalıştığını ve dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener’in kasıtlı davrandığının altını çizdikten sonra şunları söylüyordu;
“Git söyle o kadına, ileri geri konuşmasın. Gelirsek, İçişleri Bakanlığı’nın önünde yağlı kazığa oturturuz...”
Yeri gelmişken, bir anekdot daha:
¥ Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak, Sabah gazetesi yönetimini arayıp; yazar Mehmet Altan’la ilgili olarak aynen şunları söylüyordu:
“Söyleyin o adama, yazdıklarına dikkat etsin!.. Yoksa, makatına süngü takar, cephelerde süründürürüm!..”
Ve son bir anekdot...
¥ Dönemin Anayasa Mahkemesi üyelerinden Sacit Adalı diyor ki;
“Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş’ın Refah Partisi’ni kapamak için açtığı dâvâda, bize kapatma gerekçesi olarak gönderdiği 450 belgeden 440’ı gazete küpürüydü!”
Ne ilginç değil mi;
AK Parti hakkında kapatma dâvâsı açan Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya da, “delil” diye, “Google”dan indirdiği “gazete kupürleri”ni göndermişti Anayasa Mahkemesi’ne!.. Bu yüzden de, adı, tarihe “Google Savcısı” olarak geçmişti.
YA YAŞ’ZEDELER
Hatırlayacağınız gibi;
O süreçte, “siyasetçi”lere ve “gazeteciler”e yönelik bu tür baskılar uygulanmış, “iğrenç tehditler” yapılmıştı.
Bunları yapanlar, elbette “asker”lerdi... Ama bu askerler, “diğer askerlere” de uyguladılar aynı zulmü...
Zulme uğrayanların ortak adı “YAŞ’zede” idi.
Çünkü onlar, “Yüksek Askerî Şûra Kararları” ile atılmışlardı Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinden... Ellerinden “hak”ları, bellerinden “silah”ları, sırtlarından “üniforma”ları alınmıştı... Adeta “çırılçıplak” bırakılmışlardı... Günler, haftalar, aylar ve hatta yıllarca, “serserî mayın” gibi dolaştılar ortalıkta... Bir “vebalı” gibi, herkes kaçmıştı onlardan... Hiç kimse “iş” vermek, “onlarla birlikte görünmek” istemiyordu... Bütün “kapı”lar yüzlerine kapanmıştı!..
İş yok, aş yoktu!..
Günlerce aç kalmışlardı.
“Bunalım”lar yaşamışlardı.
“Ev”lerinde “kavga”lar başlamıştı...
Kimi boşanmıştı eşinden, kimi de boşanmanın eşiğine gelmişti.
“Çekilmez bir hayat” yaşamışlardı.
Peki, neydi “suç”ları?
“Disiplinsiz” miydiler, “uyumsuz” muydular, yoksa “başarısız” mı?..
Hayır!..
Hepsi de “son derece başarılı”ydı... Öyle başarılıydılar ki; arşivleri “takdir ve teşekkür belgeleri” ile dolu...
Kimi “atış”ta başarılı, kimi “temizlik”te, kimi “disiplin”de, kimi de “yönetim”de!..
O halde, niye atılmışlardı.
Atılmışlardı, çünkü “açıkça” kılamadıkları için “gizli gizli namaz kılıyorlar”dı!..
Kiminin parmağında “gümüş yüzük”, kiminin çekmecesinde “tesbih” vardı!..
“İçki içmiyorlar”dı!..
“Dans etmiyorlar”dı!..
“Resepsiyon” veya “davet” ya da “eğlence” olduğunda, “eş”lerini getirmiyorlardı!..
Ya “analarının başı örtülü”ydü ya da “eş”lerinin, “kız”larının ve “kızkardeş”lerinin!..
Hiçbiri değilse bile;
Evlerine gelen “misafir”lerin çoğu, ya “başörtülü”ydü, ya da “sakallı!”
HAKARETLER... HAKARETLER!
Sözün özü;
Sadece “öteki askerler” değil, bu ülkenin “ötekileştirilen” tüm insanları mağdur edildi 28 Şubat Süreci’nde!..
“Siyasetçi”sinden “iş adamı”na!..
“Vakıf”larından “dernek”lerine!..
“Öğretmen”inden “öğrenci”sine!..
“Profesör”ünden “hakim”ine!..
“Gazeteci”sinden “memur”una!..
“Asker”inden “bürokrat”ına!..
Hasılı kelâm;
Kim “dindar” bir kimliğe sahipse, kimin alnında “secde izi” varsa, kimin başında “örtü veya takke”, cebinde veya çekmecesinde “tesbih” bulunuyorsa, onların hepsi “zulüm”gördü, “mağdur” edildi.
Kimi ayakta duramayacak derecede “işkence” gördü, kiminin “kemik”leri veya “kaburga”ları kırıldı, kimi “hamile”ler de yedikleri “dayak”lar yüzünden “bebek”lerini düşürdüler... İşte bu “dindar” insanlar; dönemin Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş tarafından “vampir” olarak adlandırılıyor, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz tarafından da “yarasa”lıkla suçlanıyordu.
Tüm bunlar;
Güya, “Türkiye’nin menfaatleri” için yapılıyordu ama bu millet sonradan öğrenecekti ki, perde arkasında İsrail vardı ve onun menfaatleri gözetiliyordu.
Merhum Erbakan Hoca’yı bunun için Başbakanlık’tan düşürmüşler, Refahyol Hükümeti’ni bunun için dağıtmışlardı.
KIVRIKOĞLU VE BİN YIL!
İşin ilginç tarafı; bütün bu “zulüm”lere rağmen, hâlâ tatmin olmamışlardı.
Bu tatminsizlik, dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun ağzından 4 Eylül 1999 tarihli Hürriyet’in sürmanşetinde şöyle yansıtılıyordu:
“28 Şubat bitmedi!”
Org. Kıvrıkoğlu;
“28 Şubat kararlarının 4’ü hayata geçirildi... İrticai radyo ve televizyonlar arttı... Hükümetin 28 Şubat kararlarını hızla ele almasını bekliyoruz... RTÜK yasası değiştirilecek.”
Diyor ve ekliyordu;
“28 Şubat süreci gerekirse 100 yıl, gerekirse 1000 yıl sürer!”
Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun 4 Eylül 1999’da sarfettiği bu sözü duyan herkes, “Eyvah” demişti; “Eyvah, bu zulme biz nasıl dayanırız?”
Derken... 4 Eylül 1999’dan sadece 3 yıl sonra, yani 3 Kasım 2002’de yapılan seçimde, AK Parti, tek başına iktidar oldu...
AK Parti’nin veya Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, son 10 yılda bu ülkeye yaptığı birçok “hizmet”ten, birçok “icraat”tan söz edilebilir.
Mesela; son 10 yılda, Kesintisiz Eğitim dayatması ortadan kaldırılırken, İmam Hatip Okulları yeniden açıldı.
Kapatılan Kur’an kursları yeniden kapılarını açtı ve bu kurslara gitmek konusunda konulan yaş sınırı kaldırıldı.
YAŞ kararlarıyla TSK’dan atılan “dindar subaylar”ın hakları iade edildi. TSK’dan ihraç edilmenin kriterleri değiştirildi.
Üniversitelerde hortlatılan başörtüsü yasağı fiilen son buldu...
Kapatılarak el konulan “İslâmi vakıflar”ın malları, mahkeme kararıyla iade edildi.
... VE SIFIRLAR ATILIYOR!
Bunlar, elbette çok önemli icraatlardı... Ama bunlardan hem “farklı”, hem de “anlamlı” bir icraat daha vardı ki, onu yazmadan geçemem...
Bilirsiniz; tarihler 1 Ocak 2005’i gösterdiğinde, “tarihi bir icraat”a imza attı Başbakan Erdoğan;
“Paradan 6 sıfır atıldı.”
Yani; 1.000.000 lira, o tarihten itibaren “1” lira oldu!..
Tabiî, o “sıfır”lar sadece “para”dan atılmadı... Ülkenin sırtında “kambur” olan, bir “yarasa” gibi kanını emen ve bünyesinde “safra” olan her şey atıldı...
Evet, atıldılar!..
“Ergenekoncu”lar ve “Balyozcu”lardan sonra, işte “28 Şubatçı”lar da tutuklandılar ve “içeri atıldılar!”
4 Eylül 1999’da;
“28 Şubat 1000 yıl sürecek” diyen Hüseyin Kıvrıkoğlu, aslında haklıydı.
Gerçekten de;
“28 Şubat 100 yıl, 1000 yıl ve hatta 1.000.000 yıl sürebilirdi!”
Ama, nereden bilebilirdi ki;
“Erdoğan sıfırları atacak!”
Erdoğan “sıfır”ları attı;
“28 Şubat” da kısa sürdü!..
28 Şubat’ta “Yarasa” denilenler bugün millet tarafıdan “Başbakan” yapıldıysa, bu iş bitmiştir!..
Biz “Abi” dedik, ama bize “Abi” diyen olmadı!
Rize Çay TV’de, “İmam Hatipler milletin yaptırdığı okullardır... Onları kapatmak şöyle dursun, sayılarını daha da artırmamız lâzım” diyen o günlerin Mesut Yılmaz’ı, daha sonra Başbakan oldu ve “Siyasi hayatıma da malolsa, 8 Yıl Kesintisiz Eğitim Yasası’nı çıkartacağım” dedi...
Dediğini de yaptı... Evet yasayı çıkardı ama “İmam Hatip’lerin orta kısımları”nı da kapattı... O günlerde “Sarıyer İHL’nin 1. sınıfında” olan bir öğrenci, bugün diyor ki;
“Ben birinci sınıfta iken, ikinci veya üçüncü sınıfta olanlara ‘Abi’ diyordum... Ama ben ikinci ve üçüncü sınıfa geçtiğimde, bana ‘Abi’ diyecek hiçbir öğrenci yoktu... Çünkü İmam Hatiplerin orta kısımları kapatılmış, benim arkamdan yeşerecek filizlerin kökü kazınmıştı!”
Mesut Yılmaz, bu “vebal”in hesabını nasıl verir bilmem ama, yine dediği oldu ve İHL’nin kökünü kazımak, gerçekten de, onun “siyasi hayat”ına maloldu!.. Dahası, “Yüce Divan’da yargılanan tek başbakan” da oydu!..
“Ahiret”te nasıl yargılanacak, orasını Allah bilir...