Bireysel Davette Dostluklar 2
Hz. Ebu Bekir’in Müslüman oluş hikayesinde yer yer farklılıklar vardır. Biz en meşhur rivayetleri görelim isterseniz:
“Ebu Bekir Sıddık evinden çıkıp Rasûlullah’a gidiyordu. Cahiliye döneminde de peygamberin dostu idi. Rasûlullah ile yolda karşılaştı ve:
- Ey Ebe’l-Kasım! (Bu Rasûl-ü Ekrem’in künyesidir). Sen kavminin meclislerinden kayboldun, onların yanına gelmiyorsun. Seni atalarını ayıplamakla itham etmektedirler, dedi. Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem, Ebubekir’e hitaben:
- Ben Allah’ın Rasûlü’yüm. Seni Allah’a davet ediyorum” dedi.
Aralarında şu konuşmanın geçtiği de söylenir:
- Ey Muhammed! Kureyş’in, senin tanrılarımızı terkedip, akıllarımızı hiçe saydığın, atalarımızı tekfir ettiğin şeklindeki sözleri doğru mu?” dedi. Rasûl-ü Ekrem:
- Evet, kesinlikle ben Allah’ın Rasûlü ve peygamberiyim. Allah, peygamberliğimi insanlara tebliğ etmek için beni gönderdi. Ben seni hakka ve Allah’a davet ediyorum. Allah’a yemin olsun ki, bu davetim hakkadır. Ey Ebubekir, ben seni tek olan Allah’a davet ediyorum. O’nun ortağı yoktur. O’ndan başkasına kulluk yapma. O’nun taati üzerinde devam et” dedi ve Hz. Ebubekir’e Kur’an okudu.
Sözünü bitirdikten sonra Ebubekir Sıddık Müslüman oldu. Ve Rasûl-ü Ekrem onun yanından ayrıldı. Fakat Mekke’yi kapsayan iki dağ arasında Rasûl-ü Ekrem’in Ebu Bekir’in İslâm’ından sevindiği kadar sevinen hiç kimse yoktu.”
Kandehlevî’den takip ediyoruz ki, hem İbn İshak hem de başka siyer alimleri zikrederler ki Hz. Ebubekir, Rasûl-ü Ekrem’in peygamberlikten önce de arkadaşıydı. Rasûl-ü Ekrem’in doğruluğunu, eminliğini, güzel ahlâklı olduğunu ve bunların da kendisinde halka karşı dahi yalan söylemeye mâni olduklarını biliyordu. O halde Rasûl-ü Ekrem, Allah’a karşı nasıl yalan söyleyecekti? İşte bunu bildiği için Rasûl-ü Ekrem ona, “Cenabı Hak beni peygamber olarak gönderdi” der demez peygamberi tasdik etti. Hiçbir tereddüd göstermedi ve hiçbir an için geri kalmadı.
Burada kişisel dostlukların önemini bir kez daha görüyoruz. Zira Ebu Bekir, Peygamber Efendimizden (s.a.v.) ayrılınca evine gitti. Sonra aralarında dostluk bulunan Osman bin Affan’a, Talha b. Ubeydullah’a, Zübeyr b. Avvam’a, Sa’d b. Ebî Vakkas’a vardı, Müslüman olmalarını teklif etti. Onlar da Müslüman oldular. Ertesi gün Osman b. Maz’un, Ebu Ubeyde b. Cerrah, Abdurrahman b. Avf, Ebî Seleme b. Abdulesed, Erkam b. Ebî’l-Erkam’ı getirdi, onlar da Müslüman oldular.
Yine Hz. Osman ile Sevgili Peygamberimiz arasında bir dostluk vardı. Onun Müslüman oluşu hakkında şöyle de bir rivayet vardır:
“Hz. Osman şöyle anlatır: “Teyzem Abdulmuttalib’in kızı Erva’yı ziyarete gitmiştim. Bu esnada Rasûl-ü Ekrem halasının evine geldi. Ben durmadan Rasûlullah’a bakıyordum. O gün Rasûlullah’ın durumundan bir şeyler meydana çıkmıştı. Hz. Peygamber bana yönelerek dedi ki:
- Ey Osman! Sana ne oluyor? Niçin bana öyle bakıyorsun?
- Sana hayret ediyorum. Bizim içimizdeki durumundan da, senin aleyhinde
söylenenlerden de! dedim.
Rasûl-ü Ekrem bana:
- Lâilâheillallah de! dedi.
Allah biliyor ya, bu sözü Rasûlullah’tan dinlediğim zaman tüylerim diken diken oldu. Sonra Rasûlullah devam etti:
- “Göklerde sizin rızkınız ve size va’d edilen vardır. Göklerin ve arzın rabbine yemin olsun ki kesinlikle o sizin konuştuğunuz gibi haktır”
Rasûlullah bunları söyledikten sonra çıktı. Ben de onun arkasından çıktım, ona yetiştim ve Müslüman oldum.
Bugün de İslam’a davette en temel unsur ferdî davetlerdir. Bire bir ve yüz yüze yapılan sıcak temaslı dostane sohbetler, hiç şüphesiz insan ruhunu okşayacak, kalbini sım sıcak saracak ve içtenlikle söylenen her söz bir iksir gibi etki edecektir. Elbette bunun için dostluğu hak eden bir ahlak ve erdem ilişkisi söz konusudur. Her davetçide bulunması elzem olan o ahlak ve fazilet, o bilgi ve kültür birikimi nelerdir?
Şüphesiz bu sorunun cevabı ayrı bir meseledir ve kendi yerinde inşallah işlenecektir.