Bu Mızrak Bu Çuvala Sığmaz !
Bugün kimilerinin "İkinci Oslo", kimilerinin “BDP'lilerin Brütüslüğü" süreci yönetenlerin ise ‘barışı sabote eden eylem’ olarak nitelediği, BDP heyeti ve Apo arasındaki görüşme tutanaklarının basına sızdırılması olayı, hem sürece ciddi bir darbe vurdu, hem de mevcut vahametin boyutunu ortaya koydu…
Sürecin baş aktörü haline getirilen Apo’nun Türkiye’ye teslim edildiğinde: ‘Benim annem de Türk, fırsat verilirse size yardım etmek isterim’ diye "yakardığı" günden, görüşme tutanaklarındaki beyanlarını okumamıza kadarki gelinen süreç gerçekten “içler acısı” imiş!
Bu sızıntının menşei ve membaı hakkında yapılan ciddi iddia ve yorumlar var. Ama bence en muteberi bu sızıntının birbirleriyle rekabet eden kurumlar haline gelen “MİT” ve “Cemaat” arasındaki çatışmanın bir neticesi olduğudur. Böylece ‘Oslo’yu deşifre edenlerle ödeşilmiş olundu!’ düşünce ve yorumuna katılıyorum. Bu bağlamda BDP-Apo görüşmesinin tutanaklarının da kamuoyuna sızdıran tarafın; “Derin MİT”, “Derin PKK” ve “Derin BDP” ortak çalışması olduğu iddiasının da haklı ve aklî dayanakları var…
Bunun yanında terör örgütü ve Apo bir taşla iki kuş vurdu. Bunlar kendi tabanlarına ve Türk kamuoyuna derin bir strateji ürünü mesaj verdiler, “Bakın biz TeCe’yi nasıl alt ettik. Nasıl da yeni tavizler alıyor ve istediğimizi yaptırıyoruz” algısını bilinçaltlarına enjekte ettiler! Zaten ‘İmralı Tutanakları’nda geçen ve terörist başının bir Ombudsman havasıyla döktürdüğü beyanlar, titizlikle seçilmiş konular ve konuşulan isimler bu haklılığı güçlendiriyor!
Yıllardır anlatmaya çalışmaktan dilimizde tüy bitti: “Terör örgütleriyle bir kez masaya oturursanız, aynı zamanda o terör örgütünün siyasal zaferini ilan etmiş olursunuz” diye… İşte görüyorsunuz, ortada içinde türlü ‘acziyet’ ve ‘karizma çiziklerini’ barındıran bir tablo var!
Cambaza bak teorileri ve başka mazeretlerle dahi üzeri örtülemeyecek kadar sıkıntılı bir durum…
Sayın Başbakan ve Ak Parti Hükümetinin önde gelenleri bu İmralı Tutanaklarının yayınlanmasını bir ‘komplo’ olarak niteliyor ve bunların boşa çıkarılacağından bahsediyor…
Hayret verici bir şey ki, Terörist başı da bir komplodan bahsediyor ve şikâyet ediyor! Medyaya sızan görüşme tutanaklarında aynen şöyle diyor Apo: "Ne ev hapsi, ne de af bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. Şunu bilin ki bu hamlem komployu boşa çıkaracaktır. Ben komployu aşıyorum. Başarılı olursam, ne KCK tutuklusu kalır ne başkası. Bu olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak. Ölen ölecek, ben karışmıyorum. Yalnız, herkes bilmeli ki, ‘ne eskisi gibi yaşayacağız, ne de eskisi gibi savaşacağız’. Kendime güveniyorum. Şunu iyi bilin devlet de ben de vazgeçemeyiz. Tarihi bir barış ve demokratik yaşama geçiş."
Başbakan tozpembe psikolojinin yavaş yavaş dağılmasına neden olan ve her Türk vatandaşının bunları bilmesinde fayda olacak bir görüşme tutanağının deşifre edilmesini komplo olarak niteliyor! Terörist başı da bu görüşmelerden sonra ciddi ayrıcalıklar ve tavizler koparacağının ispatını ortaya dökerken, hem devlet adına hem de kendi adına konuşuyor, bu avantajı ortadan kaldıracak olumsuzlukları ve hamleleri komplo olarak niteliyor!
Sızdırılan Apo ile görüşme tutanağının içeriğine baktığınızda o kadar acık ve direk bir metinle karşılaşıyorsunuz ki, kıvrılacak bir nokta yok. Şu anda Hükümet ve süreci yönetenler bu kontrpiye durumu ‘almaza yatıyor’. Sayın Başbakan da ‘biz bu durumu almaza yattık, fakat bu yetmez; tüm kitleler şu anda olan biteni ‘almaza yatmalıdır’ çabası ile ciddi bir yanlışlığa imza atıyor.
Baştan beri sürece karşı olduğumuz malumdur. Bu sürecin ülke menfaatleri lehine olacak yol ve yöntemle yürütülmediğini, ‘Habur Fiyaskosu’nun öncesinden beri dillendiriyor ve yazıyorum. Elin projeleri ve saçma sapan yol haritalarıyla süreç yönetenler, sapla samanı birbirine karıştırmayı bir devlet projesi haline nasıl getirebiliyorlar anlayamıyorum?! Şimdi Ak Parti Hükümeti, MİT ve PKK arasında süren müzakere sürecini; BM’nin de katkısı ile El Salvador, Somali, Haiti, Mozambik, Doğu Timor, Liberya, Nikaragua, gibi birçok ülkede uygulanmış olan standart silah bırakma ve barış muhtevalı programların, Türkiye’de de uygulanabilirliği ile alakalı bir tezden yola çıktılar. Oslo müzakeresinde geçen ‘özerkliliği sağlanan Kürt bölgelerinin BM denetimine açılması’ ile alakalı taahhüdün bununla ilgili olduğunu düşünüyorum…
Uluslararası programları kamu politikaları haline getirip de PKK’nın dağdan inişini sağlamaya çalışanlar, maalesef her ülkedeki şartların, çatışmaların ve müzakerelerin kendine özgü olabileceği kuralını göz ardı ettiler. Milli hassasiyetlerin dikkate alındığı bir program oluşturamadılar. Mesela PKK ile masaya oturmanın olabilirliğini desteklemek adına, İRA ve ETA gibi örgütlerle yapılan barış süreçleri örnek verildi. Oysa gözden birçok ayrıntı kaçırıldı. ETA 40 yılda 850, IRA ise 36 yılda 2.000 kişinin ölümünden sorumlu tutulurken, PKK 29 yılda 35.000’ni aşkın kişinin ölümünden sorumlu tutulmaktadır. Kaldı ki hem IRA hem ETA örneğinde ne İngiltere ne de İspanya bu silahlı guruplara asla hoşgörü ve özür payı tanımamış, istihbaratını ve güvenlik güçlerini etkin şekilde kullanmışlar, vatandaşlarını örgütün insafına terk ederek sokakların kontrolünü IRA-ETA’ ya bırakmamışlardır. Siyasi müzakereler ve hukuki düzenlemeler yapılmış; ama devlet acze düşürülmemiş illegalite kutsanmamıştır! PKK, dünyanın en kanlı ve en vicdansız ve en çok müdahaleye açık yeri geldiğinde taşöre edilebilen bir terör örgütüdür.
Neticede bu süreçte gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendiğinden bundan sonra bunun düzgün durması, ütü tutması ve iki yakamızın bir araya gelmesini mümkün görmüyorum!
Şu anda ‘Apo ile Müzakere Süreci’nin tutanaklarından birisinin deşifre edilmesinin menfi etkileri ile vatandaş arasında oluşturulmaya çalışılan psikolojik ve medyatik blokaj ters etki doğurur. Her şeyin her kesimce tartışılabileceği şeffaf bir süreçten çekinilmemesi gerektiğini düşünüyorum.
Gelinen son haliyle bu süreç vatandaşta:“Eğer PKK, BDP, ayrılıkçı Kürtler bu kadar basit haklar için 30 senelik çatışmaları bitiriyor ise, niye 30-40 bin kayıp verdik? Bu hakları 30 sene öncede verebilirdik. Teröristler “Kandil’e çekilsinler, başka ülkeye gitsinler diyorsun” Peki, ileride bir “toplan borusu çalınca” kaldıkları yerden devam etmeyeceklerinin garantisini nasıl vereceksiniz? O zamanda barışı sabote mi etti diyeceksiniz? Bu işin içinde başka bir iş ve niyet var! Acaba mevcut sistemin BDP destekli bir Başkanlık sistemine revizesi ile alakalı girift oyunlar mı dönüyor” algısı ve benzer soru işaretlerini arttırdı.
Hükümet cenahı bu algının önüne geçmek adına bu algıyı önce milliyetçilik kavramıyla özdeştirdi. Sonra bu kavramın içini boşaltmaya çalıştı. Daha sonra sanki memlekette bir Türk-Kürt savaşı ya da bir etnisite savaşı varmış da millet soy sop kavgasına düşmüş gibi yansıtmaya çalıştı. Hükümet yanlısı olup sürecin başarısı ile hükümetin bekâsını paralel gören bazı yandaş ve candaş köşe yazarlarının da “Allah Apo'dan razı olsun, 30 yıldır yanlış tanımışız. Hâlbuki PKK, bir terör örgütü değilmiş. Tamamen barış istiyormuş, meğerse kabahat bizim askerlerdeymiş. Karşıdan gelen keleş mermilerine şuursuzca kafa atıyorlarmış!” demedikleri kaldı…
İroni bir yana, Ak Parti Hükümeti ve Sayın Başbakan, tüm vatandaşların “balkon konuşmaları dinler gibi” tavır almasına alıştığından tenkite ve yaptıkları için sorgulanmasına tahammül edemiyorlar! Böyle giderse ve muhtemel riskler artarak devam ederse ‘seçmen tercihi nasıl bir şekil alır’ derdine düşüp farklı yollar deneyebilir. Başbakan ayakları altına aldığı milliyetçiliği tekrar başının üzerinde taşımak zorunda kalabilir! Bu sıkıntıyı Habur Rezaleti sonrası yaşamıştı…
Şu anda Cengiz Çandar’ın da dilinden düşmeyen ve güya MGK projesi olduğu iddia edilen “Türkiye önce terör sorunu aşacak, ardından Güney Kürdistan ve kapılarını Akdeniz’e açmış müstakbel Suriye Kürdistan’ı ile işbirliği yapıp bölgenin lideri ve küresel aksın önemli bir aktörü olacak” tezine hangi aklı başında insan inanır? Birileri gelirde kahkaha ile karışık bir şekilde sana “Sen zırt pırt güvenlik konsepti değiştirmekten milleti usandırmış, ülkeyi dış müdahaleye açık hale getiren delikleri ve gedikleri tıkayamamış, 50-100 seneyi bıraktık önündeki bir ayı dahi planlayamayacak derecede öngörüden uzaksın ve üstüne üstlük 12 m²de derdest ettiğin bir tutukluyu bile kontrol etmekten acizsin’ derse, buna ne cevap vereceksin?
Hülasa,
Sayın Başbakan, Ak Parti Hükümeti ve süreç yöneticisi bürokratlar bu müzakere sürecini çok kötü yönetmeye devam ediyorlar. Aha işte! Yüz verilince astar isteyen ve süreci destekleyen ‘barış güvercinlerinden’ biri köşesinde aynen şu yorumu yapmış:
“Unutmamak gerekir: Kürtleri ezen; inkâr, imha ve asimilasyona uğratan Türkiye Cumhuriyeti devleti, 1915 Ermeni Soykırımı'nın üzerinde yükselerek ve Anadolu Rumlarının, Yahudilerin kovulması gibi kadim halklara karşı kanlı "pratiklerle" güçlenerek Kürt halkının gırtlağına sarıldı. Bugün misak-ı milli sınırları içerisinde Kuzey Kürdistan olarak adlandırılan bölgenin bir kısmı tarihi Ermenistan topraklarıdır.”
Ne diyelim kapı açıldı bir kere! İşte bu tip düşüncelere kapı açanlar ve Türkiye’nin boğazını sıkarsanız elinden her şeyi alırsınız algısını muhannette uyandıranlar, bakalım bunun vebalini nasıl ödeyecekler?…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.