Başkanlık Rejimi mi Süper Başkanlık Rejimi mi?-1
Türkiye’de genelde sistem tartışmaları özelde ise Başkanlık sistemi tartışmaları, tek bir sürecin doğal neticesi olma özelliğini hala koruyor: Uzun süreli tek başına iktidar süreci..!
Uzun dönemli iktidar süreçlerinin ikinci büyük özelliği ise, hiçbiri iktidar, güç ve otoriteye ulaştıktan sonra cari anayasalarını ıslah edip ülkeyi sadece bir ‘anayasalı’ ülke olmaktan çıkarıp ‘anayasal’ bir ülke haline getirmeye çabalamıyor. Mevcut parlamenter sistemin gediklerini ve aksayan yönlerini düzeltecek performans sergilemiyorlar… Nalıncı keseri misali sistem ile alakalı alternatifleri, kafalarından ve gönüllerinden geçene yontup, ellerindeki iktidar ve otorite nimetinin ömrünü uzatmak endişesini ülke gereksinimiymiş gibi sunabiliyorlar!
Yıllar imkânlar ve şartlar farklı olsa da 10 yıllık merhum Menderes hükümetleri döneminde de merhum Turgut Özal’ın uzun iktidar dönemlerinde, kendilerini merkeze koyup “iktidar-otorite-güç-çıkar” dörtlüsünün motivasyonu ile bırakın Türkiye’yi, dünyanın kendi etrafında döndüğü algısına duçar olunduğunda hep benzer hatalar tekerrür ediyor! Aynı hatalara maalesef ‘tarih değil hatalar tekerrür eder’ ilkesini gözetmeyen Ak Parti hükümeti de düşmektedir…
26 yıl kesintisiz iktidarda kalmış bir Atatürk ve İnönü iktidarlarının ‘ebedi yönetimler ebedi liderler’ vurguları, Türk siyasi hayatında ideoloji, kalıp zamane şartları ayırt etmeksizin sonraki iktidarlara mı tevarüs etti bilinmez… Ama her güçlü iktidar, kendi istikrar ve etki alanını daha da genişletecek sistem modellerini Türkiye’ye çağ atlatacak bir başlangıç olduğunda ısrar ediyor!
Bu yazıda Başkanlık sisteminin avantajlarını ve dezavantajlarını masaya yatırıp kitabi ve teknik ayrıntılara girecek değilim. O ayrıntılara ve Hükümetin TBMM'ye sunduğu "Başkanlık sistemine geçiş" ile alakalı önerilerine önümüzdeki hafta değineceğim…
Bu yazının konusu; iktidarı ile muhalefeti ile, demokrasi geleneği ile, kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayacak derecede dış müdahaleye açık hale gelmiş Türkiye’nin, ‘basit üç örnekle’ Başkanlık sitemine hazır olmayışını anlatmaya çalışmaktan ibarettir… Ya da bu işleri tasarlayan suyun başındaki yöneticilerimizin niyet ve düşüncelerini ortaya koymak, olaya nasıl bir ciddiyetle baktıklarını tespit etmek içindir.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Kasım 2012’de Kırşehir’de bir toplantıda Başkanlık sistemi ile alakalı görüşlerini basınla paylaşırken, suyun başında oturanların olaya nasıl baktıklarının ipucunu veren enteresan bir açıklama yapmıştı: "Bugün Başkanlık sistemine karşı olanlar, neden karşılar? Sebepleri şu, başkanlık sistemi ırkçı partilerin gösterdiği adayların başkan seçilmesine izin vermemesi! Ne Kürtçülük yapan, Ne Türkçülük yapan, ne de başka uçlarda siyaset yapanların başkanlık sisteminde başkan seçilme imkânı olmaz. İdeolojik partiler de başkan seçemezler. Neden, çünkü yüzde 51 ideolojilerin etrafında birleşmez. Birleşirse, o iş zaten ideoloji olmaktan çıkmış demektir. Yüzde 51 ideolojilerde, radikal uçlarda birleşmez. O yüzden ideolojik bir parti olan CHP ve bölgesel partiler, ideolojik yapılar, ırkçı partiler istemiyorlar başkanlık sistemini... Çünkü onların güç sahibi olmasına bu sistem izin vermiyor. Ama parlamenter sistem olursa bakarsınız 28 Şubat gibi hukuk dışı bazı muhtıralar olur, onlarla beraber iktidarın bir köşesinden tutabilir."
Bekir Bozdağ aslında ne demek istemişti? Şunu demek istemişti: “Kendimize özgü tanımladığımız bu modelde, ancak sermaye ile harmanlanan AK Parti'yi AK Parti yapan enstrümanlar siyasi araç olarak kullanıldığı zaman elde edilen çoğunlukla başkan seçilebileceği için, başkan ancak AK Parti tarafından belirlenebilecek, toplumun geri kalanının, iktidarda herhangi bir temsil olanağı kalmayacaktır!”
Hadi ne demek istediğine dair bir üsteki yorumumuzu da daha iyi anlaşılması açısından terceme ederek biraz daha açalım: “Başkanlık sistemini istiyoruz çünkü bizden başkasının iktidar olmasını istemiyoruz!”
Başka bir örnek daha vereyim...
Alın size toplumun gözünden kaçırılan bir gazete haberi: Anayasa Mahkemesi, CHP'nin iptal isteminde bulunduğu başbakana ‘millî güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hallerde televizyon kanallarının yayınını geçici olarak durdurma’ yetkisi veren yasaya onay verdi. Mahkemenin kararında, "olağanüstü durumlar, millî güvenlik ve kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması" durumunda çabuk karar vermek gerektiği, bunun da yasayı geçerli kıldığı anlatıldı. İyide “Kuralda yer alan ‘olağanüstü durumlar’, ‘milli güvenliğin açıkça gerekli kıldığı haller’ ve ‘kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasının kuvvetle muhtemel olduğu durumlar’ ibarelerinin içerik ve kapsamının kanun koyucu tarafından önceden tek tek belirlenmesi ve muhteviyatının somutlaşması gerekmiyor mu?
Bu yetki ve bu güç, yahut böyle bir hukuk anlayışı Başkanlık sisteminin anavatanı ABD’nin başkanı Obama’da var mı? Böyle bir muğlâk ifadelerle yasalaşmış ve Başbakanın emrine verilmiş sansür müdahalesine açık bir Türkiye’nin, demokrasi ve özgürlükler konusundaki olgunluğunu göz önüne getirin bu alt yapı ve zihniyet üzerine kurgulanmış Başkanlık Sistemi (ne tür bir başkanlık sistemi olursa olsun) ne gibi zararlar ve riskler hatta krizler doğurabileceğini bir tahayyül edin!
Ha bir de âlemi kör milleti sersem yerine koyan bir Başkanlık sistemi diyalogu var ki evlere şenlik! Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, AA Editör Masası’nda, AA’nın yurt dışı temsilcileri, bölge müdürleriyle Ankara’da görev yapan birim editörlerinin gündeme ilişkin sorularını yanıtlarken aklı evvel bir gazeteci soruyor:
“Başkanlık sisteminde mi yoksa mevcut sistemde mi daha fazla baraj yapılır?”
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu cevap veriyor: ”Başkanlık sisteminde daha fazla barajın yapılır…”
Allahtan böyle bir çanak soruya “Başkanlık sistemi gelecek tüm dertler bitecek” şeklinde bir cevap vermedi!
Bu alıntıladığım demeçler, sistem değişikliği isteyenlerin niyetlerine zihniyetlerine ve hadiseye nasıl bir ciddiyetle bakıldığına dair üç örnektir! Sırf bunlara ve bunlar gibi onlarca yaklaşıma bakıpta rahatlıkla suyun başındakilerin Başkanlık sisteminin içine ihtiyaçtan öte farklı anlamlar yüklediklerini rahatlıkla söyleyebilirim…
Yetkisi bol, parlamentoyu vesayet altında tutan bir anlayışa revize edilmesi düşünülen mevcut sistemde Sayın Başbakan halk tarafından cumhurbaşkanı seçilse bile Sayın Abdullah Gül’den daha farklı bir profil çizeceği oyun alanı istiyor… Bunun adına Başkanlık sistemi demeleri ve kapı kapı dolaşmaları hiçbir şey ifade etmez!
Allah dilerse, bir daha ki yazımızda bu konuya “aslında ne yapılmalı?” sorusuna da cevap vererek, daha mukayeseli ve detaylı olarak bu başlığın altında devam etmeyi düşünüyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.