İsrail’i dize getiren 2 kelime: One minute... Apology!
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “ortaokul” ve “lise”de okuduğu yılları göz önüne getirirseniz, o yıllarda “İngilizce” öğrenmenin zorluğunu da anlarsınız...
Sonra “üniversite” yılları,
Ve, genç yaşta “siyaset”e atılış...
Öyle sanıyorum ki;
Tayyip Erdoğan, çok arzu ettiği halde “akıcı bir İngilizce” öğrenmeye imkân ve fırsat bulamadı... Bildiğim kadarıyla, bir ara “yurtdışı”na gidip, “İngilizce dil eğitimi” almayı düşündü ama ona da imkân bulamadı.
Türkiye’de “İngilizce” veya herhangi bir “yabancı dil”i öğrenmek ise, neredeyse imkânsız gibi... Öğrenirsiniz de, bu, biraz “sokak İngilizcesi” olur.
Uzun lâfın kısası;
Başbakan Tayyip Erdoğan, elbette “İngilizce” konuşabiliyor ama “rahat konuşabileceği” seviyede değil...
Peki, bu bir “eksiklik” mi?..
Bana göre değil.
Öyle ya;
ABD Başkanı Barack Obama da “İngilizce” biliyor ama “Türkçe” bilmiyor...
Vladimir Putin de öyle...
O da “Türkçe” bilmiyor.
Anlayacağınız;
“Türkçe bilmemek” gibi, “İngilizce bilmemek” de bir eksiklik değil!..
Ne yani;
Bülent Ecevit, şakır şakır İngilizce konuşuyordu da ne oldu?.. Gitti, Bill Clinton’ın karşısında, süt dökmüş kedi mahcubiyeti içinde elpençe divan durdu!..
Demek oluyor ki; bu işlerde “dil”den de önemli olan “yürek”tir.
Gördünüz işte;
“İngilizce bilmeyen” Tayyip Erdoğan, Davos’ta “One minute” gibi, “İngilizce bir kelime” kullandı ki, “dünyayı salladı.”
Bir de İngilizce tam olsaydı var ya, acaba neler olurdu?
ÖZÜR’ÜN PERDE ARKASI
Bunu niye hatırladım?..
“İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi” ile ilgili süreci mercek altına alan gazeteler, “görüşmelerin perde arkası”nı araştırırken şöyle bilgilere ulaşmışlar:
Başbakan Tayyip Erdoğan ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Barack Obama arasında, 22 Mart’ta havaalanı pistinde gerçekleşen üçlü konferansın pazarlığını Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile bizzat yürüttü.
Telefon görüşmesi gerçekleşmeden önce Davutoğlu ABD’li mevkidaşı Kerry ile, Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu da Dışişleri Bakan Yardımcısı Phil Gordon ve ABD Müsteşarı William Burns ile önce 3 şartın nasıl karşılanacağını belirledi.
Son aşamada ise üçlü görüşmenin her dakikası, her kelimesi aşama aşama konuşuldu. Netanyahu’nun özrü nasıl söyleyeceği, bu sırada hangi ifadelerin yer alacağı, Erdoğan’ın vereceği cevap, Obama’nın görüşmeye hangi aşamada katılacağı önceden belirlendi.
Öyle ki liderler konuşmaya başladığında kuracakları tüm cümleler önceden hazırlanmıştı.
Netanyahu’dan Cuma günü saat 15.00’te beklenen telefon, 15.35’te geldi.
Davutoğlu da, Suriye Geçici Hükümeti Başbakanı Ghassan Hitto ile görüşmesinden Erdoğan’ın yanına geçti. Telefonu açan Netenyahu, Obama’nın da hatta olduğunu belirtti.
Ardından da, “İsrail askerlerinin operasyonel hatalarından dolayı Tük halkından özür diliyorum ve bu zararın karşılanmasına hazırız” dedi. Erdoğan da, Türkiye’nin İsrail halkına karşı bir düşmanlığı olmadığını, tarihin bunun kanıtı olduğunu belirtti. Ardından da Obama söz alarak, “İki stratejik ortağımızı bölgenin geçtiği değişim sürecinde birlikte görmek istiyoruz” mesajı verdi.
BİZ DE UYANAMADIK
Dediğim gibi;
Bunlar “perde arkası” gelişmeler.
Yeri gelmişken; tanık olduğum bir “perde arkası” gelişmeyi de ben aktarayım...
Malûm;
19 Mart günü Sayın Başbakan’la birlikte Danimarka’yı ve Hollanda’yı içine alan bir geziye çıktık... Uçakta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ve AB Bakanı Egemen Bağış da vardı.
21 Mart günü Hollanda’dan dönüşte ise, uçakta Ahmet Davutoğlu yoktu... Meğer, “bizden daha erken bir saatte” başka bir uçakla ayrılmış Hollanda’dan...
Ne yalan söyleyeyim;
Hiç uyanamadık!..
Şüphelenmediğimiz için de; “Niye erken ayrıldı?” diye sormadık bile...
Oysa, uyanmalıydık...
Çünkü, Sayın Davutoğlu, bu tür gezilerden “erken” ayrıldığında, altından mutlaka “önemli bir olay” çıkıyor.
Mayıs 2010’da gittiğimiz Atina’da da öyle olmuştu.
Atina’dan, “sabah, erkenden” ayrıldıktan sonra öğrenmiştik ki, İran’a gitmiş ve İranlı yetkililerle “nükleer enerji müzakeresi” yapmış, mesele olgunluğa ulaşıp, “uranyum takası”nda anlaşmaya varılınca da Erdoğan’ı Tahran’a davet etmiş ve “Erdoğan, Ahmedinejad ve Brezilya Devlet Başkanı Lula Da Silva’nın, birbirlerinin ellerini havaya kaldıran” o meşhur fotoğrafın çekilmesine zemin hazırlamıştı...
Dedim ya;
“Atina tecrübesi”ni yaşayan bizler, Davutoğlu’nun Hollanda’dan da “erken” ayrılmasından pimpiriklenmeli ve altını deşelemeliydik.
Ama, ne yalan söyleyelim;
“Apo” gündeme gelince,
“Apology” aklımıza bile gelmedi.
Hasılı kelâm, “uyuduk!”
İşin ilginç tarafı;
Dönüş yolunda 1 saat süreyle sohbet ettiğimiz Başbakan Erdoğan da, ağzından tek lâf kaçırmadı.
İLLA APOLOGY OLACAK!
Meğer, neler oluyormuş, neler... Temaslar 3 yıldır sürdürülüyormuş da, haberimiz yokmuş...
Hollanda’dan geldiğimiz gece, saat 01.00 civarıydı... Ben ve bir-iki arkadaşımız İstanbul’a karayoluyla döneceğimiz için, havaalanında pek fazla bekleyemedik, dolayısıyla “Başbakan’ı karşılamaya” kimlerin geldiğini de göremedik.
Oysa, o gece; yani Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece, Erdoğan’dan önce Ankara’ya inen Davutoğlu, havaalanında Başbakan’ı beklemiş....
Tanıklar, “o anlar”ı şöyle anlatıyor:
“Havaalanında bir saatlik toplantı oldu. Başbakan, ‘Özür’ kelimesinin, hem metinde, hem de telefon görüşmesinde yer almasını istedi.
Ayrıca, ambargonun kalkmasıyla ilgili ifadelerin de güçlendirilmesini talep etti.
Metin son haliyle, ABD üzerinden Tel Aviv’e bildirildi. Erdoğan’ın son kararını alan Netanyahu, ‘özür ve tazminat’ şartlarına ilave Gazze’ye ambargonun kaldırılması konusunda da garanti verecek şekilde İsrail’in metnini revize etti.
Cuma sabahı Erdoğan ile Davutoğlu genel çerçeveyi son defa gözden geçirdi. 11.30’da İsrail’in hazırladığı son metnin kabul edildiği bildirildi. Obama’nın da telekonferansla katılacağı görüşme için 15.30’a randevu verildi. 15.30’da Netanyahu Erdoğan’ı arayarak özür diledi.”
Evet, “özür” diledi...
İsrail, ilk metinlerde, “Apology” yerine “Büyük üzüntü/Pişmanlık” anlamına gelen “Regret” kelimesini kullanmakta ısrar ediyordu... Başbakan Tayyip Erdoğan ise; içinde Apology kelimesinin geçmediği bir metni kabul etmeyeceğini ısrarla vurguluyordu.
Gerisini, Erdoğan’dan dinleyelim... Başbakan Erdoğan, Eskişehir’de gazetecilerle yaptığı sohbette diyordu ki;
“Yaklaşık 3 yıllık bir süreçti. Bu süreç içerisinde tabii birçok görüşmeler yapıldı. Birçok aracı oldu, gelen gidenler oldu. Sayın Obama da bu işin üzerinde hassasiyetle duruyordu.
‘Özür, tazminat ve ambargo kaldırılmadıktan sonra normalleşme sürecine giremeyiz’ dedik.
Hatta özür ifadesi yerine üzüntü beyanını gönderdiler, ‘Hayır olmaz, kesinlikle apology olacak’ dedik”
DİL DEĞİL, GÖNÜL İŞİ
Şunu anlatmaya çalışıyorum;
Yeterince İngilizce bilmeyen bir Başbakan; zaman zaman öyle bir İngilizce kullanıyor ki; hem bölgeyi sallıyor, hem dünyayı!..
Davos’ta “One Minute!”
Ankara’da “Apology!”
İşte “İsrail’i dize getiren” iki İngilizce kelime: One minute!.. Apology!..
İsrail’e “Bir dakika!” diyen ve aynı İsrail’e “özür” dileten Başbakan, eğer İngilizceye tam hakim olsaydı, acaba neler olurdu?..
Yok, yok...
Yine de, başarı “dil”de değil,
“Gönül”de!..
Gönlünde “Türkiye sevdası” yoksa, “10 dil” bilsen ne fayda?..
Sadettin Tantan’ın kimyası iyice bozulmuş olmalı ki!..
“İçişleri Bakanlığı” yaptığı “28 Şubat Süreci”nde, “İmam-Hatip mezunları”nın “polis” olmalarını yasaklayan Sadettin Tantan, bir “İmam-Hatip mezunu”olan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın; PKK’yı “silah bırakma” aşamasına getirmesini “hazmedememiş” olmalı ki, bir gazeteye verdiği demeçte şöyle demiş;
“Apo’nun 5 sayfalık mektubunu Başbakan’ın makam aracındaki bir yetkili yazdı!”
Arkasından da, şu mealde bir lâf etmiş;
“Apo, Erdoğan’ı esir aldı... Erdoğan, PKK’nın şartlarına teslim oldu!”
Gel de gülme... Bu ne yaman bir çelişkidir ki; hem Öcalan’ın çağrısını Erdoğan’ın bir kurmayı yazıyor, hem de Erdoğan PKK’ya teslim oluyor!..
Söyleyin hele; “Apo’ya veya PKK’ya teslim olan” bir adam, teröristlere nasıl silah bıraktırır, “Türkiye’yi terk etmeleri”ni nasıl ister?..
Sormak lâzım Tantan’a:
“Şartları kabul eden PKK mı, Erdoğan mı?.. Erdoğan silah bırakmıyor ki, PKK bırakıyor!”
Tantan’ın söylediği; “Sak üstünde damdağan, vur beline kazmayı” saçmalığıdır.