Odaksın ama…
AYM’nin kararı bir cümle ile, ‘Odaksın ama şimdilik seni kapatmıyorum’ diye okunabilir. 11 üyeden 6’sının kapatma yönünde oy kullandığı ret kararı uzun süre tartışılacaktır.
Demokrasi’nin inkitaya uğramaması bakımından mahkemenin bu kararı ehven-i şer olarak mütalaa edilebilir. İktidar partisi kapatılmış bir Türkiye’nin, bu sabaha hangi şartlarda uyanacağını düşünmek bile istemiyorum. Dava sürecinde dengeleri alt üst olan bir ülkenin kapatma ile birlikte her yönden dibe vuracağını söylemeye gerek yok.
Türkiye şimdilik o kritik süreci atlatmıştır. Ama her şey bitmiş değil. On üyenin odak dediği bir partinin önemli reformları yapabilme kudretini kendinde bulup bulamayacağı şüphelidir. AKP’ye ölüm gösterilmiş, kanserde karar kılınmıştır.
Mahkemenin kararı ne kadar hukuki’dir, tartışılır. Haşim Kılıç’ın açıklamalarından müzakerelerin başörtüsü etrafında dönüp dolaştığı anlaşılıyor. Yani, bir türban düzenlemesi on üye tarafından ‘laiklik karşıtı eylemlerin’ odağı olmak için kafi görülmüştür. Türkçesi, AKP üzerinden tüm partilere ‘bu ülkenin dindar, mütedeyyin, vatansever’ insanlarını yok sayın, siyaset kurumu onların istek ve taleplerini realize edecek bir zemin değildir mesajı verilmiştir.
Laikliğin bu dar, hatta tamamen din karşıtı yorumu, dini hayatın kurutulması, ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Böyle bir laiklik anlayışını dünyanın hiçbir ülkesinde ne kabul ettirme, ne de uygulama imkanı yoktur.
Partiler, siyasal kurumlar, toplumla, idare arasındaki köprülerdir. Toplumsal talepler bu yolla devlete yansıtılır. Toplumsal taleplere kapalı bir siyaset, meşruiyetini kaydeder. Bu talepleri rejim açısından tehdit olarak gören bir yargı anlayışı da ülkeyi kaosa götürür. Hukuk gökten zembille inmez. Kaynağını toplumdan alırsa, topluma mal olur. Türk yargısı ve hukuk sisteminin en büyük zaafı, başka toplumsal zeminlerin, tarihi tecrübelerin ürünü olması ve bizim hayat tecrübelerimizi yansıtmamasıdır. Türkiye’de hukuk ile toplum iki yabancı gibidir. Ne hukuk sistemimiz toplumdan beslenmiştir, ne de toplum onda kendi izlerini görebilmektedir. Temel sorun da budur.
Hukuk ile toplum, bir birine benzeyinceye kadar bu çatışma sürecektir. Bunun yolu da hukukun toplumdan beslenmesidir. Hukuk kendini millete benzeterek onun vicdanı olacak, millet de o hukuk sisteminde kendisini görerek, ona uyacak, fiil ve eylemlerini ona göre tanzim edecektir. Hukuk sistemimiz bir Amerikalının, bir Avrupalının penceresinden Türkiye’ye bakıyor. O pencereden gerçek Türkiye’yi görmek, anlamak mümkün değildir. Onun için verilen kararlar milletin sinesine çarparak geri dönmektedir.
AYM başkanı Haşim Kılıç’ın karardan önce yaptığı açıklamalar önemlidir. AKP iki de bir partilerin duvara toslamasına neden olan siyasi partiler kanununu, ve parti kapatma ile ilgili Anayasa hükümlerini değiştirmelidir. Türkiye’nin enerjisini, zamanını, kurumlara güvenini çalan bu tip boşlukların bir an önce doldurulması gerekiyor. AYM üyelerinin ideolojik görüşlerinden yola çıkarak acaba hangi karar çıkacak diye fal bakmaktan kurtulmak için bu düzenlemeler bir an önce yapılmalıdır.
Evet, kapatma talebinin ret edilmesi doğru, odak yanlıştır. Ancak her şeye rağmen yeni bir Türkiye yolculuğu önemli bir badireyi atlatarak yoluna devam etmektedir. Bundan sonra iş AKP’nin basiretine kalmıştır.