Sınır Dışına Çekilme Hukuken Mümkün mü?
Çözüm süreci diye adlandırılan ve bu süreçte gömleğin “ilk düğmesi yanlış iliklendiğinden” bundan sonra; düzgün durmasını, ütü tutmasını ve iki yakasının bir araya gelmesini mümkün görmediğime dair düşüncelerimi epeyidir ve ısrarla yazıyorum…
Hükümet “Bedeli ne olursa olsun baldıran zehrini içmeyi göze alıp, bu süreci sürdürüyoruz” beyanlarından öte ortaya bir şey koyamadı. Net olamadı. Öyle ki; pazarlıksız ve tavizsiz bir şekilde yürütüldüğü iddia edilen bu süreç hakkında en şeffaf bilgileri dahi, kamuoyuna sızdırılan Apo ile görüşme tutanağından öğrendik!
‘Bu işler salt barış işleri değilmiş işin içinde başka işler varmış’ şeklinde vatandaşta uyanan algının hükümet çizgisine çekilme gayretleri dışında ve bükemediği bileği öptürüyorlar algısına karşı psikolojik manevralar geliştirmenin dışında bir süreçle alakalı bir gelişme yok!
PKK, Kandil, Öcalan isimlerinin illegalite listesinden çıkarılıp sürekli siyasi itibar ve meşruiyet kazanmasının da önüne geçilemiyor! Realiteden uzak romantik barış hikâyeleriyle bezenmiş sunumlar bile gün geçtikçe daha da belirginleşen ‘bütün inisiyatifin Kandil’e bırakıldığı’ gerçeğinin üzerini örtmeye yetmiyor!
Takip edenler hatırlar; önceki yazılarımızda Hükümete ve diğer süreç yöneticilerine 5 soru sormuştuk. Bu açılım sürecinin ve barış sağlanmasının en önemli göstergesi sayılan PKK’nın silah bırakması ve ülke dışına çıkmasının siyasi güvencesini süreç yöneticilerinin veremeyeceğini detaylandırarak izah etmiştik. Daha da ötesi 1999’ta aynı şekilde süreç işlerken, yaşadıklarından ötürü güvensizliğini İmralı’ya ve Kamuoyuna ileten Kandildeki PKK güruhunun bu işe yanaşmayacağını söylemiştim.
Hükümet sayesinde devlet gibi muamele görmenin verdiği şımarıklıkla özgüvenini arttıran Kandil; ‘çözüm süreci treni’nin ‘MİT-Apo istasyondan’ hareket eder etmez ‘silah bırakıp sınır dışına çekilme’ istasyonuna varması gerektiği ile ilgili yol haritasına karşı!
“Çıkışlar iki hafta sonra başlıyor” ya da “sınır dışına çıkışlar kademe kademe sene içine yayılarak devam edecek” gibi açıklamalar gerçeği yansıtmıyor. PKK/KCK resmi yayın organları haber blogları ve gruplarında yazılanlara bakıldığında gelinen son durum şu : “Herkes mevziinde ateşkes konumunda kendini savunuyor, meşru savunma konumunda bekliyor, sürecin gelişimini izliyor...”
Niçin?
PKK hukuki güvence istiyor! Bu müzakere sürecini, silah bırakmayı ve sınır dışına çekilmeyi TBMM çatısı altında alınacak bir kararla meşruiyet altına almak istiyor. Akabinde BM gibi uluslararası bir örgütün garantörlüğünü talep edecek!
Hükümet PKK’nın sınır dışına çıkışının hukuki zemininin olmayışı gerçeği ile karşı karşıya olduğunu bildiği halde “Bunlar elinizin atında olmayan, kamu otoritesinin tasarrufu dışında unsurlar. Geldikleri yöntemler neyse o yöntemlerle bu ülkeyi terk edeceklerdir.”şeklinde bayanlar vererek ayakları yere basmayan bir duruş sergiliyor! PKK ise hukuki garanti istiyor! Ama bu garantiyi mevcut kanunlar iki tarafa da vermiyor!
Düşünsenize terörist (silahlı veya silahsız) sınır dışına çıkmak için meydana çıkacak ama ülkenin güvenlik güçleri olan biteni görmezden gelecek! Muhtemeldir ki, terörist grubu güvenlik güçleri ile karşılaştı ve kimlik kontrolüne girdiler… Şimdi o güvenlik güçleri ne yapacak?
Biraz daha açalım, iktidardan kesin talimat alan MİT ve TSK “Ortam nasıl olsa karışık, bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete, nasıl olsa kimin eli kimin cebinde belli değil” deyip terör gruplarını görmemezlikten mi gelecek? Hadi görmezlikten geldi diyelim, bu seferde uydu tespiti ile olan biten her şey önüne konduğunda ilgili makamlardaki yetkililer bunun hesabını nasıl verecek? Mevcut “İktidar-Otorite –Güç” üçlüsü bu mekanizmayı işletmedi ve korundular ve bu işe göz yumanlar korundular diyelim… Yarın bir gün devir ve devran değişti… Bu iktidar sonrası suyun başına geçenler “Bunların çıkışını tespit ettin niçin operasyon yapıp bunları yok etmedin ya da teslim olmaya zorlamadın?” şeklinde bunun hesabını sorarsa o zaman ne olacak? Olay işte buraya düğümlenmiş durumda!
Mevcut kanunlara göre PKK'lı teröristlerin sınır dışına çekilirken operasyon yapılmaması ve teröristlerin görmezden gelinmesi suçtur! Buna göz yuman kim olursa ‘suç işleyen bir kişiye araştırma, yakalanma, tutuklanma veya hükmün infazından kurtulması için imkân sağlayan kimse" konumuna düşer suç işler.
Bu konuda müstakil çalışmalarda bulunan Avukat Murat Ekici beyle istişare ettik. Aynı zamanda merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun hukuk danışmanlığını yapmış olan Murat Ekici Bey aynen şunları söyledi: "Bu konuda Başbakan veya Bakanlar Kurulu ‘Yazılı Emir’ vermesi, ‘sözlü talimat’ üzerine Valiliklerin de kontrolünde bu teröristlerin elini kolunu sallayarak yurt dışına çıkması, bütün bunlara göz yumanların adli bir işleme tabi tutulmaması imkânsızdır.”
Anayasa’nın 137.maddesinde “Kanunsuz Emir” başlığı altında bu durumun düzenlendiği görülmektedir: "Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz.” denilmektedir. Maddenin ikinci fıkrasında ise “Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz” denilerek, kamu görevlilerinin bu konudaki sorumluluğu ağırlaştırılmaktadır.
Bir de 657 sayılı Devlet memurları kanunu var ve burada memurların görev ve sorumlulukları belirlenmiştir. Buna göre “memur Anayasaya uygun şekilde, devlete ve millete bağlı olacak ve emirlere uyacaktır. Memur üstünden aldığı emri, hukuka aykırı görürse, emri yerine getirmez ve aykırılığı emri verene bildirir. Üstün emrinde direnmesi, emrini yazılı olarak tekrarlaması durumunda, memur emri yerine getirir; emri veren sorumludur. Burada söz konusu olan sorumluluk, ceza sorumluluğu değildir. Çünkü konusu suç olan emir, hiç bir biçimde yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz. Bu Ceza Hukukunun ve Anayasanın temel ilkelerinden olan ‘cezaların kişiselliği’ kuralının bir sonucudur. Yalnız konusu suç olan bir emri yerine getiren değil, emri veren de sorumludur.”
Bunların yanı sıra 5442 Sayılı İl İdaresi (genel) Kanunun da geçen sınırların korunması ve güvenliği ve 3497 sayılı Kanun bu işlerle alakalı kısmı sorumluluk düzenini teşkil ettirmiştir.
Hülasa…
Başbakanın ‘gerekirse askere ve valiliklere talimat veririz’ demecinin, mevcut kanuni düzen karşısında zemini yoktur.
MİT-Öcalan müzakere sürecinde PKK’nın sınır dışına çıkışı konusunda ya da herhangi işleyişte askeri idareye Başbakan tarafından emir-talimat-genelge yoluyla, “PKK’nın sınır dışına çıkışında siyasi irade, her ne olursa olsun çıkışa müdahale edilmeyecek” şeklinde tavır sergilemesinin mevcut kanuni düzene göre geçerliliği yoktur.
Hiç bir siyasi irade hukuku ayrıcalıklar yaratacak şekilde suiistimal edemez! Bu tür girişimler haklı olarak olağan üstü şartların ve otoriter yönetim tarzının alameti olarak yorumlanır. İşin hukuki tarafını bir yana koyalım bu işin siyasi vebali ve sorumluluğu çok büyüktür. Bundan sonra bu ve buna benzer gelişmelerde kötü emsal teşkil edecek şekilde “töre”ye aykırı işlerle iştigal etmek devletin meşruiyetini ve itibarını zedeler!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.