Bize “Türk” derler!..
11 Temmuz 1995 günü Srebrenitsa’da soykırımına girişmeden kısa bir süre önce “Ve nihayet, isyanların ardından, bu bölgede Türklerden intikam alma zamanı geldi” diyen ‘kasap’ lakaplı Ratko Mladiç, 10 Nisan 2013’deki duruşması esnasında da, bir gizli tanığa; “Türk, a….. a.. Türk annesi!” sözleriyle küfretti.
Şimdi soru şu: Srebrenitsa’da ırk, kan ya da gen anlamında hiçbir Türk olmadığına göre; Mladiç, ‘Türk’ diye kime sesleniyor?
En son söylememiz gerekeni baştan söyleyelim: Anadolu ve Balkan sakini ‘Türkler’, hiçbir zaman ırk ve kan birliğini önemsemiş bir millet olmadılar. Tarihte, kan ve ırk ayrımını esas alan bir ‘Türk’ tasavvuru yoktur. ‘Türk’ olmak bir his ya da duygu meselesi değil, bilinç ve bilgi meselesidir.
Anadolu coğrafyasına ‘Türkiye’ kelimesine, 1188-1190 tarihlerindeki Haçlı seferine katılan Alman İmparatoru Barbarossa, 1090 yılına ait Ansbert Günlüğü’nde ‘Turchia’ ya da ‘Türkhia’ ifadesiyle yer vermiştir. (Ayrıntılar için Bozkurt Güvenç’in, Remzi Kitapevi’nden çıkan, Türk Kimliği isimli eseri incelenebilir.)
Her ne kadar Türklerin yaşadıkları yer anlamındaki ‘Türkiye’ kelimesini ilk kez kullananlar Avrupalılar olsalar ve ‘Türk’ kelimesi aslen Çince’den geliyor olsa da, ‘Türk’ kelimesini cihanşümul hale getiren aslında Arapçadır. Ancak bu bile, bir millet olarak, ‘Türk’ kelimesinin karşılığını ifade etmek için yeterli değildir.
Anadolu ve Balkan coğrafyasında hayat bulan ve anlam kazanan ‘Türklük’, Oğuzların, Dandanakan Muharebesi’nde Gaznelileri mağlup etmesiyle, 1040’da tarihi bir vakıa olarak tarih sahnesine çıktı. Ardından, Malazgirt Meydan Muharebesi, Anadolu Selçuklu Devleti, Osmanlı Devleti, İstanbul’un Fethi ve Türkiye Cumhuriyeti sürecini izleyen bu tarihi vakıa, bu coğrafyada yaşayan insanların kimlik idrakinin içeriğini oluşturmaktadır.
Muhterem İsmet Özel’in Kalın Türk isimli eserindeki ifadesiyle; “Türkiye, XIII. asırda birinci defa İslamileştikten sonra, cumhuriyet idaresinin kurulup işletmesiyle beraber ikinci defa İslamileşmiştir.” [Sayfa 45]
Ağustos 1100’de Roma’da, Papa II. Baschalis’in fermanında dile getirilen “Müslümanlar eşittir Türkler” ifadesinin muhatabı da bu tarihi içeriktir. İsmet Özel, bu iki kavramı birbirinden ayırmakta yaşadığı zorluğu Kalın Türk’te şu şekilde ifade ediyor: “Türkiye’de yaşayan insanlar ve Müslümanlar olarak; ben bu ikisini ayırmakta güçlük çekiyorum, pek başarılı sayılmam Türk’ü Müslüman’dan, Müslüman’ı Türk’ten ayırma hususunda… Türkiye ve Müslümanlık! Bunu tıpkı İtalyanların Katolikliği gibi anlamamız lazım. Nasıl Katolik bir İtalyan hiç kimseyi şaşırtmıyorsa, Türkiyeli bir Müslüman da çok tabii karşılanmak, yerinde bir şey olarak görülmek zorundadır.” [Sayfa 37-38]
Türklük ile İslam arasındaki ayırt edilemez birliktelik, 22 yıllık tutsaklığın ardından kaleme aldığı hatıratında, Goerge Tractatus atarfında şu şekilde ifade ediliyor: “Türkler, dini, doğal görev olarak görür ve yaparlar. Öyle yaşarlar ki, insan onların mülksüzlüğe sevindiğini sanır.”
Arnavut araştırmacı ve akademisyen Olsi Jazexhi’nin, “Türklerden Arnavutlara” isimli makalesinde, Arnavut Bilimler Akademisi tarafından 1980’de yayınlanan bir sözlükteki, ‘Türk’ maddesi şu şekilde aktarıyor: “Türk- 1.Türkiye’de yaşayan veya Türkiye asıllı birey. 2.Eski kullanım: Müslüman.”
Aynı makalede, Tahir N. Dizdari’nin 1960’da yayınlanan sözlüğünde ‘Türk’ maddesi şu şekilde ifade ediyor: “1.Türkiye’nin Asya ve Balkan kısmında yaşayan birey. 2. İnsanlarımızın çoğunun Osmanlı fethi altında İslam’a geçmesi sebebiyle, ülkemizin tüm kesimlerinde din değiştirenler, Türk, Turq, Turke, Turkeshe, Turkine olarak adlandırılırlar. Bu kelimeler istilacılarla aynı dine sahip Müslümanları açıklamak için kullanılıyordu.”
Kosovalı ulusalcı Esad Mekuli’nin 1954’e kadar kendilerini Türkler diye adlandıran Kosovalıları kınadığı “Turk, Elhamdulillah!” şiirindeki şu mısralar da oldukça önemlidir: “Sen bir Türksün, sen bir Türksün, onlar gök gürültüsü gibi gürlediler / Ve bir gün bizden biri çığlık attı: / Ben bir Türk’üm elhamdulillah!”
Açıkça görüldüğü üzere, Anadolu ve Balkanlar bağlamındaki ‘Türklük’, tarihin kendisine yüklediği vazife sebebiyle, bir ayrıcalıktır. Bu ayrıcalık, Anadolu’nun İslam üzere kalması için yapılan, İstiklal Harbi’nde cisimleşmiştir. Bununla birlikte, İbn Haldun’un dediği gibi: “Allah, hiçbir zamana, mekâna ve kavme, aileye ve kişiye özel ahkâm tahsis etmez.” Tevbe Suresi 39’ncu ayetteki “Yerinize sizden başka bir kavim getirir…” ifadesi bunun açık dayanağıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.