Benden size bir mektup
Merhaba sevgili dostlarım...
Yazdığım ilk yazının üzerinden 37 sene geçti...
Yazarlık hayatımın 37. yılını da bitirmek üzereyim...
Bu süreçte her inandığımı tabii ki yazamadım (şartlar ve kanunlar müsaade etmedi), ama inanmadığım hiçbir şeyi de (şayet bir karışıklık olmamışsa) yazmamaya özen gösterdim.
Beş yıldan beri Vakit Gazetesi’ndeki köşemden sizinle buluşuyorum. Ben sizden memnunum, umarım siz de benden memnunsunuzdur.
İyi günlerimiz de, kötü günlerimiz de oldu.
Her şart altında hayata sımsıkı tutundum.
Umutlarımı asla yitirmedim.
İnançlarımdan, düşüncelerimden taviz de vermedim çok şükür.
Fakat hayat insanı yıpratıyor.
Tüm işim yazmaktan ibaret olsaydı, işim kuşkusuz daha kolay olurdu. Ama pek çok işi birlikte götürmek zorundayım: Bir tarafta radyo yorumları ve programları, bir tarafta televizyon çekimleri, bir tarafta kitaplar, konferanslar, dersler, toplantılar...
Bunlar benim vazgeçilmezlerim...
Hiçbirinden vazgeçemediğim için de biraz fazla yoruluyorum. Belli bir yaşa da geldim. Anlayacağınız dinlenmeye ihtiyacım var.
Yani sizden bir süre dinlenmek için izin istiyorum.
Güney sahillerine gitmeyeceğim, çünkü o kadar param yok. Olsaydı da gitmezdim, zira bu memlekette açlık sınırının altında yaşamaya çalışan milyonlarca insan var...
Ayrıca çok sayıda öğrenci parasızlıktan dolayı eğitimine devam edemiyor. Güney sahillerinde bir tatile avuç dolusu para harcamaktansa, paralarımı ihtiyaç sahipleriyle paylaşmak bana daha akıllıca görünüyor.
Ecdadımız güney sahillerinde beş yıldızlı otellerde keyfedip başarılı olmadı; amacını belirleyerek, amacına kilitlenerek, amacına yüreğini, yüreğinin yanına emeğini koyarak ve sürekli koşarak başardı.
Ağustos sonuna kadar memleketime gidiyorum. Eskiler buna “sıla-i rahm” derlerdi. özetle, anne-baba başta olmak üzere tüm akraba-i taallükatı ziyaret etmek “sıla-i rahm”dır.
Yıllardır anne ve babamın ancak mezarlarını ziyaret edebiliyorum. Ama ziyaret ettiğim sadece iki mezar değil, hâlâ annem ve babam!
Bu duygu içinde mezarlarına giderim...
Onlarla dertleşirim...
özellikle anama yılboyu yaşadıklarımı anlatmaktan büyük zevk alırım.
İnsan bir kez anne olur, baba olur ve sonsuza kadar “anne”, “baba” olarak kalır.
Onlar benim annemle babam. Ve hep öyle kalacaklar. Mezarları başında boyun büküp evlatlık yapmak hep hoşuma gidecek.
Anlayacağınız anne ve babamın mezarları yorgun ruhuma iyi geliyor.
İnsanın doğduğu, çocukluğunu geçirdiği topraklarla buluşması, başka hiçbir yerde bulunamayacak derinlikte bir huzur veriyor. çocukluğumun geçtiği topraklarda adeta çocukluğumla buluşup çocuklaşıyorum.
Bu halimi kimse yadırgamıyor. çünkü gençler zaten fazla tanımıyorlar beni, yaşıtlarım benimle birlikte, tıpkı benim gibi çocuklaşıyorlar, çocukluğumu bilen yaşlılar ise zaten çocukluğumun tüm yaramazlıklarına şahit oldukları için umursamıyorlar.
Anlayacağınız, memleketimde “Yavuz Bahadıroğlu” sorumluluğu taşımıyorum!.. çocuk sorumsuzluğu içinde günlerimi geçiriyorum!..
Bu da son derece rahatlatıcı ve tabii dinlendirici oluyor.
Bu yüzden her sene ve fırsat bulduğum her zaman memleketime gidiyorum. Aradığım huzuru ve sükûneti memleketimde buluyorum.
“Onca zaman köşen boş mu kalacak?” diye sorarsanız, hayır; bendeniz dönünceye kadar bu köşeyi siz dolduracaksınız.
Daha doğrusu birlikte dolduracağız!
Ne zamandır biriken mektuplarınızı cevaplandırmaya çalışacağım. çünkü okuyucum velinimetimdir. Benim fikirlerim, görüşlerim, düşüncelerim ne kadar değerli ise, okuyucularımın görüşleri, düşünceleri ve fikirleri de o kadar değerlidir.
Bu yüzden günlük akış içinde yer veremediğim mektuplarınıza yer vereceğim. Bu da bu köşeyi bir süre birlikte yazacağımız anlamına geliyor.
İşe yarın başlıyoruz.
Ben bu süre içinde Doğu Karadeniz bölgesinin kâh sahillerinde, kâh yaylalarında olacağım. Oralardaki dostlarla özlem gidereceğim.
Lütfen hakkınızı helâl ediniz ve dua ediniz.
“Yürek mektuplar”ınız yarın başlıyor diyor, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.