Sorular, ihtiyaçlar sınırsız, akıl sınırlı!
Bir ölçme-değerlendirme âleti olan akıl her şeyden üstün değildir. O bir manevî cihazdır. Nasıl insanın bacağı yürümeye yararsa, akıl da, beyin de düşünmeye, hesap etmeye yarar.
İnsan aklıyla Allah’ı bulabilir. Ancak, “Kâinatın yaratılışının sırrı nedir; sonu ne olacaktır; evvelâ insanı bir kul olarak yaratıp, sonra sayısız nimetler ihsan eden Kerîm-i mutlak olan Allah’a nasıl teşekkür ile ibâdet edilecektir; emir ve yasakları nelerdir, itaat veya isyanın neticesi nedir; birbirimize karşı görev, mes’uliyet, haklarımız var mıdır; tekrar dirilecek miyiz, dirileceksek nasıl bir muameleye tâbi tutulacağız; nerede barındırılacağız?” gibi son derece hayatî mevzuları bilemez.
İşte bunların cevabını, ancak din verir: “O, kendi emriyle kullarına, kullarından dilediğine meleklerini vahiyle indirir ve der ki: ‘Benden başka ilâh olmadığını ve Benim emirlerime karşı gelmekten sakınmalarını halka bildirip onları azabımdan sakındırın.”1 Buna binâen, “Aklın nûru fen; vicdânın ziyası din ilimleridir. İkisi birleştiğinde hakikat tecelli eder”2 denmiştir.
İlim, fen ve felsefe de, kâinatın ve yaratılışın düğümünü çözmeye çalışır. E. Scrödinger’in ifâdesiyle, “İlmin insanlığa en büyük bağışı, ‘Bizler kimiz? Nereden geliyoruz ve nereye gideceğiz?’ gibi dehşetli soruların cevaplarını bulmak, ya da en azından akılları bu konuda rahatlatmak olacaktır.” Ne var ki günümüz bilimi, varlıkların ve hâdiselerin sadece fizikî cephesinden bahsederek, “Nasıl?” sorusuna cevap aramaktadır. Halbuki, insanoğlu, hem kendisinin, hem kâinatın metafizik yönünü de merak edip öğrenme zorunluluğu hissetmektedir. Öncelikle, “Kim?” ve “Niçin?” sorularının cevaplarının peşindedir.
Evet; eşyanın, varlığın hakikatini, fizikötesi boyutlarını bize, din, peygamberler bildirecektir. Zaten mezkûr sorulara bugüne kadar dinler dışında tatminkâr cevaplar veren başka bir bilgi kaynağı da olmamıştır. Bu anlamda Hak Din, hayatı anlamlı ve yaşanabilir kılan tek temel kaynaktır.
Bununla beraber, Din, “Kim?” ve “Niçin?” sorularını cevaplandırırken, ”Nasıl?” sorusununun cevabını bulmaya da teşvik eder. Bu hususu, beşerin aklına havâle eder. Allah’ın birer san’at eseri olan varlıklar üzerinde tefekkür edilmesini ister. Böyle olduğunda her fen, yine kendi lisanıyla Allah’ı anlatır.
NOT: Elim bir trafik kazasında vefat eden muhterem dâvâ arkadaşımız İsmail Kayan’a; değerli kardeşlerim İsmail, Sabri ve Fatmanur Hacınebioğlu’nun vefat eden babası Mehmet Ali Hacınebioğlu’na Allah’tan rahmet ve mağfiret diler; kederli aileleri ve yakınlarını sabr-ı cemil dileklerimi sunarken; mezkûr trafik kazasında yaralanan, muhterem dâvâ arkadaşlarım Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Gökçe, Doç. Dr. Ekrem Bektaş ve Yrd. Doç. Dr. Abdullah Yıldırım’a Allah’tan acil şifalar dilerim.
Dipnotlar:
1- Kur’ân, Nahl, 2.
2- Münâzarât, s. 127.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.