Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Uygarlık ve aygırlık üzerine

Uygarlık ve aygırlık üzerine

“Üzüm üzüme baka baka kararır” derler ya, insanlar da galiba bir birlerine baka baka bozuluyor!..

Eskiden hafif argoya kaçana, “Başka İstanbul yok, gelmişken konuşmasını öğren” derlerdi…

Şimdi ise düzgün konuşana “züppe”, nazik ve centilmen olmaya çalışana “sünepe”, herkesin hakkına-hukukuna saygı duyana “pısırık”, kendi hakkına rıza gösterene ise “korkak” diyorlar.

İstanbul, İstanbul olmaktan çıkalı çok oldu, maalesef. İstanbul’da ne İstanbul kaldı, ne İstanbullu!..

Kalabalıklar İstanbul’da yaşıyor hâlâ, ama İstanbul’u yaşayanların sayısı çok az. Çünkü bu tamamen bir “şehir kültürü” gerektiriyor.

Baksanıza, İstanbul’da güzelim “İstanbul Türkçesi”ni mumla arıyoruz!
“İlkeli yayıncılık” sorumluluğu içinde, topluma aynı zamanda Türkçe öğretmesi gereken ekranlar, “gidiyom-geliyom”dan geçilmiyor…

Hadi dizi filmlerde yerel ağız kullanılması, diyelim ki, renkliliktir; peki koskoca “haberci”lerin Türkçe hatalarıyla malul “bülten”ler okuması nedir?..
Hoş zaten “haber spikerleri” de çoktan beri, “enkırmen” olmuş, Türkçeyi “enkırıp” duruyorlar.

Hâlâ anlamış değilim: Biz kendi dilimizden nefret mi ediyoruz?..
Nefret etmiyorsak neden Amerikan ağzıyla Türkçe geveliyor, iki kelime arasına İngilizce sıkıştırıyoruz?..

Bir yanda çıtakça benzeri Türkçe konuşanlar, öte yanda “gâvurca”dan ne kadar çok kelime kullanırsa, o kadar “aydın” olacağını zannedenler…

Bilgisizlikle sorumsuzluğun, duygusuzlukla duyarsızlığın, düşüncesizlikle nemelâzımcılığın arasında dilimiz de, nezaketimiz de, saygımız da, hoşgörümüz de aşındı…
Büyüklerimizle dalga geçiyor, küçükleri eziyor, internette “sörf” yapmayı bilgilenmek zannediyoruz…

Ağız dalaşına girmeyi de, çoktan beri “tartışma” ilân etmişiz…
Geçenlerde üst düzey (böyle demek moda şimdi) bir trafik görevlisiyle konuşuyorum. Dedi ki:
“Bu millet düzelmedikçe bu trafik düzelmez.”
Doğru söze ne denir?

Kendi şeridinde düzgün gitmeyi “acemilik”, trafik kurallarına uymayı “enayilik”, başkasının hakkına saygı göstermeyi “korkaklık”, trafik içinde yarışmayı “ustalık”, başkasının hakkını yemeyi “uyanıklık”, doğru düzgün konuşmayı “ukalâlık” addeden bir toplum, düzgün trafiği hak etmediği gibi, düzgün sağlık ve düzgün eğitim hizmetini de hak etmez: Bozduğu kuralların içinde patinaj yapar durur.

Medeniyet “uygar”laştırıldığından bu yana, “aygır” sayısı çok arttı!
Hepimiz “vatan kurtarmak”la öylesine meşgulüz ki, kendimizi kurtarmaya vakit bulamıyoruz!

Kendimize emek harcamıyoruz, gelişmeye çalışmıyoruz; okumuyor, yazmıyor, dinlemiyoruz…

Ortaya ne çıkıyor o zaman? Agresif, saldırgan, anlayışsız, hoşgörüsüz, ilkel, kavgacı, saygısız, sevgisiz, kaba-saba, az gelişmiş, korkak tipler çıkıyor…

Bilmeyen ya korkar ya da korkutmaya çalışır. Bu eğilim de, şiddete çıkar…
“Sevgililer Günü” diye sevdiğine hediye alan insanın, başka birinin sevdiğine sille-tokat girişmesi başka nasıl izah edilebilir?
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi