Bu işte bir “Domuzluk” var
Kadim dostumuz Yalçın Turgut Balaban’ın ortaokul yıllarına ait bir hatırasını sizlerle paylaşarak bugünkü yazıma gireceğim. Balaban, yanılmıyorsam akrabaları olan ünlü felsefeci Cemil Sena’nın ve komşuları olan, bir dönem liselerde de felsefe ders kitabı okutulan Hatemi Senih Sarp’ın aileye tesiri ile bir Fransız okulu olan Saint Joseph lisesinin ortaokul kısmına başlar. Okulda sessiz sedasız bir misyonerlik hüküm sürmektedir. Öğle paydosunda öğrenciler uzun bir koridordan geçerek sağa dönüp oradan yemekhaneye giderler. Ama koridorun sonunda onlara bir tuzak kurulmuştur. Dönemeç yerinde okulun kilisesi vardır ve kapıları ardına kadar açılarak sıraların üzerine envai çeşit kuruyemiş ve meyve konularak aç öğrencilerin kiliseye koşmaları sağlanır. Birden o Müslüman ailelerin çocukları kiliseye dolup, orada önce karınlarını doyuracak, bir süre sonra da papaz öğretmenlerin de teşviki ile öğrencilerin ruhları doyurulmaya çalışılacaktır.
Yalçın Turgut Balaban, aileden aldığı dini terbiye ile her gün diğer öğrenciler gibi koridorun sonuna gelir, fakat kapısında asılı kalır, Hıristiyan olacağı korkusu ile bir türlü içeri adımını atamaz. Bu endişelerin girdabında bitirdiği ortaokuldan, babasının Eskişehir’e tayini ile kurtulur. Onlar artık Eskişehir’de yaşayacaklar ve Balaban da orada Cevat Ülger, elinde şekillenmeye başlayacaktır.
Dostum Yalçın Turgut Balaban’ın bu hikâyesini neden anlattım acaba? Efendim işadamı Fatih Öztürk, Ankara Çayyolu’nda bir anaokulu açmak için yola çıkmış. Güzelce de bir tanıtım broşürü hazırlatmış. Broşürü gören veliler şaşırmışlar. Zira bu tanıtıcı metinler dudak uçuklatacak bir gerçeği yansıtıyormuş. Çocuklara göre hazırlanmış domuz resimleri, domuz sütünün faydaları derken velileri bir korkudur sarmış. Acaba bu işadamı Fatih Öztürk’ün bir domuz çiftliği var da oranın ürünlerini mi pazarlamak istiyor ya da Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya mı soyunuyor? Bu ikilem arasında kalmış veliler. Rivayet o ki BİL-FEN okulları zaten Rotary kulüpleri ile içli-dışlı çalışan, onlara faaliyet alanı sunan bir okul. Belki sahibi de rotaryen, onu bilmiyoruz. Şimdi bu domuz olayını yazarken aklıma Aziz Nesin geliveriyor birden. Biliyorsunuz hazret, Türkiye’nin tanınmış mizah yazarlarından. Muttaki ve musalli bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen, asıl adı da yanılmıyorsam Mehmet olan Aziz Nesin hafız olarak başladığı hayat yolculuğunu, ateist olarak tamamlamış ve ölmeden önce de notere gidip şu sözlerini kayıt altına aldırmış: “Aklım başımdadır, beni İslâm inancına göre gömmeyiniz. Bir gün aksini istersem, biliniz ki aklım başımda değildir yapmayınız. Bugünkü sözlerim geçerlidir.”
İşbu Aziz Nesin, bir gün kendisi ile söyleşi yapan Nuriye Akman’a Türk milleti için söylediği “% 60’ı aptaldır” sözüne açıklık getirmiş ve buna gerekçe olarak bu milletin et yemediği için gerekli proteini alamadığını ve aptallaştığını söylemiş. Bunun için de daha ucuz, üretimi bol olan domuz etini tavsiye edivermiş. Alın size Müslüman mahallesinde salyangoz satan bir adam daha! İşin ilginç yanı Aziz Nesin’in kendisi başkasına tavsiye ettiği halde ağzına bir lokma domuz eti koyamamış. Cevabını yine kendisi veriyor:
- Bu gericiler beni bile öyle şartlandırmışlar ki, o kadar uğraştım, yemeye çalıştım domuz etini bir türlü yiyemedim.
Bundan 1.5 yıl kadar önce de Keşan 4. Mekanize Piyade Alayı’nda askerlerimize yedirilen etlerin içerisinde domuz ve at eti karıştırıldığı askeriyedeki laboratuvarlarda yapılan incelemeler sonucunda kesinleşmiş ve yapılan uyarılara rağmen mezkur firmadan alımlara devam edilmişti. Olayın kamuoyuna yansıması üzerine adı geçen firmadan alımlar durdurulup, komutanlıkça gerekli soruşturma açılmıştı.
Bugün o günlerin sorumluları ceza aldılar mı, yoksa işin içine bir domuzluk katıp kurtuldular mı onu bilemiyoruz. Yeniden domuz eti sevdalısı Aziz Nesin’e dönersek, Nesin’in bu kendisinden müşteki tavrını düşününce aynı hali BİL-FEN okullarının sahibi olan Fatih Öztürk beye sormak geliyor içimden:
- Sayın Öztürk, millete tavsiye ettiğiniz domuz eti ve sütünü hiç tattınız mı, eşinize, çocuklarınıza yedirdiniz mi ve de okullarınızda çıkardığınız yemeklerde domuz etini kullanıyor musunuz? Sizin okullarınızda okuyan öğrencilerin ve velilerin bu durumdan haberleri var mı? Ya da sayın Öztürk, Kadıköy Altıyol’daki Boğa Heykeli gibi tüm BİL-FEN okullarının bahçesine birer domuz heykeli dikmek isterseniz halimiz ne olacak? Ne dersiniz, bu soruları sormak hakkımız değil mi?