Camilerin Fonksiyonu
Bir gün Ebû Hüreyre (radiallahu anh) çarşıya uğradı ve pazarın ortasında şöyle bağırdı:
-Ey çarşı ahalisi! Neden burada oturup duruyorsunuz?
-Hayırdır, bir şey mi var” dediler.
-Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem)in mirası taksim ediliyor, siz hala burada oturuyorsunuz” dedi.
-Nerede? dediler.
-Nerede olacak, mescidde” dedi.
Halk hemen koşarak oraya gittiler.
Ebû Hüreyre (radiallahu anh) Efendimiz bir yere gitmedi. Demek ki bekledikleri vardı. Bir müddet sonra çarşı ahalisi geri döndüler ve şöyle dediler:
-Biz miras taksimi gibi bir şey görmedik ey Ebû Hüreyre!
-Peki ne gördünüz?
-Sadece kimilerini namaz kılarken, kimilerini Kur’an okurken, kimilerini de dinin hükümlerini, helal ve haram meselelerini tartışırken gördük.
Bunun üzerine o büyük sahabi:
-Yazık size! Bunlar Peygamberimizin mirası değil midir? dedi.( Teberânî, Mu’cemu’l-Evsat)
Peygamberimiz de her peygamber gibi dinar ve dirhem bırakmadı geriye miras olarak. İslam dinini; onun öğrenilmesini, uygulanmasını, yayılmasını bıraktı.
Ey O’nun (sav) sakalından bir tel önünden geçerken ağlayanlar, ey uzak diyarlardan hırka-i saadeti ziyaret için gelenler, esas mirasının temelli sizin olmasını istemez misiniz?
Hiç şüphesiz mescitler, camiler, sosyal hayatımızın merkezleridir. Oralar sadece günde beş defa onbeşer dakikalık namazlar için yapılmış mekanlar değildir. Boş vakti olan herkesin uğrayacağı ve bir şekilde faydalı bir şeyler yapabileceği yerlerdir.
Selefin hayatında mescidin vazgeçilmez bir yeri vardı. Özellikle de büyük mescitlerin her köşesinde fıkıhtan, hadisten, tefsirden, Kur’an kıraatından, va’z-u nasihattan sanki bir lise, bir fakülte olurdu. İmam Ebu Hanife’lerin, Malik’lerin, Şafiî’lerin, Ahmet’lerin, o dünyanın en büyük öğretim görevlilerinin özel bir fakülteleri yoktu. Ne öğretiyorlarsa, camilerde öğretiyorlardı. Böylece bu derslere herkes katılabilirdi.
“Dersler camilerden evlere taşınınca ilim öldü” sözü medeniyet tarihimizde pek meşhurdur.
Evet, cami ilim ve ibadetten başka görevler de görürdü ilk kurulduğu yıllarda. Mesela bir mahkeme gibi çalışırdı, davalar orada halledilirdi. Sosyal yardımların konuşulduğu, muhtaçların tesbit edildiği, yatılı öğrencilerin barındığı, gurbetçilerin yatıp dinlendiği yerlerdi. Zaman zaman hastaların tedavi edildiği, hatta folklor gösterilerinin bile yapıldığı, şiir ve hitabet yarışlarının yapıldığı, güzel örneklerinin sergilendiği yerlerdi. Büyük işlerin karara bağlandığı kongre salonlarıydı. Harp veya darbin konuşulup tartışıldığı, iç ve dış siyasetin tesbit edildiği, velhasıl ümmetin bütün dertlerinin konuşulduğu ve deva arandığı yerlerdi mescitler, camiler.
Müslümanlar tarihte bir şehir kurmak istediklerinde önce merkez mescidi kurar, sonra şehri onun etrafında örerlerdi. Hayatın merkezinde de mescitler vardı tıpkı şehirlerin merkezinde olduğu gibi.
Bugünkü perişanlığımızın altında kim bilir belki de mescitlerin aslî görevlerinden uzak düşmesi, asıl misyonundan işlevsiz kalması yatmaktadır.
Peki buna sebep kimdir?
Bence buna suçlu aramak için sağa sola bakmayınız, sebep biziz ey camiden kaçan Müslümanlar!
Öyleyse lütfen Ebu Hüreyre (ra) Efendimize kulak verelim ve camiden hissemize düşen mirası mutlaka alalım, ihmal etmeyelim.
Bu konuda bir sorun daha var ama onu gelecek yazıya bırakalım isterseniz.