Devletin Unsurları
Devletin ruh ve beden ilişkilerindeki vaziyeti, devletin unsurları açısından da aynen geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
Bir İslam Devletine karşı çıkanlar, devletin unsurları teşekkül etmişse, bunun nesine karşı çıkıyorlar, anlaşılır gibi değildir. Devletin kurumsal yapısı aynı, ama hakimiyet anlayışı ve uygulanan temel yasaların farklı oluşu, bir devleti devlet olmaktan çıkarmaz.
Bu yüzden İslam Devleti ile çağdaşlığı bir arada düşünemeyenler, bilgilerini ve niyetlerini yeniden gözden geçirerek kendilerini bir daha test ederek değerlendirmelidirler.
Fakat devletin unsurlaru oluşmadan bir devlet kurduğunu iddia edenler, gülünç duruma düşerler. Bir Müslüman kendini böyle zelil durumlara düşürmemelidir. Zaman zaman bu oldu maalesef. Adamın halkı yok, ülkesi yok, gavur ilinde misafir, egemenliği yok, iki polis alıp götürür ve zindana tıkar, kendini kurtarmayı bırakın savunacak gücü yok, kalkmış “ben devlet kurdum, gelin bana biat edin” diyor.
İş bu kadar basit olsaydı yarın ben de kalkar “devlet-i cemaliyi” kurduğumu ilan eder, sancak açar, biat alıdım. Olurdum 21. Asrın halifesi. Sonra da iki sivil polis, “gel biraz gezemeye çıkalım” derse, sağa sola bakardım “imdat” diye. Ama boşuna, kimse yok ortalarda…
Bir devletin “devlet” olabilmesi için şu unsurları içinde barındırmalıdır; "insan", "ülke" ve "egemenlik". Devlet, sadece belli büyüklükte bir toprak parçası, sadece belli miktarda bir insan topluluğu ya da sadece bir egemenlik ve siyasî teşkilatlanma olmayıp, bunların tümünü birden içine alan üstün bir kişiliktir. Şimdi bunlara kısaca bir göz atalım:
1-İnsan unsuru: Sosyal bir kurum olan devletin doğması ve gelişmesi, her şeyden önce bir İnsan topluluğunun varlığına bağlıdır. Bir devletin kurulabilmesi için ne kadar insan gerekliği konusunda kesin bir görüş öne sürülemez. Nitekim, günümüzde Çin ve Hindistan gibi nüfusu milyara ulaşan devletler olduğu gibi, Monoko Prensliği, Kuveyt Emirliği gibi nüfusu binlerle ifade edilen devletler de vardır. Ancak, nüfusu fazla olan devletlerin Dünya siyasî dengesinde daha güçlü oldukları görülmektedir.
Devleti oluşturan insanların, bağımsız bir siyasî topluluk hâlinde teşkilâtlanma istek ve kabiliyeti, onların miktarından daha önemlidir. Bu istek ve kabiliyet, bir topluluğun, diğer topluluklar karşısında bağımsız olarak yaşayacak seviyeye ulaşmasına ve bu konuda bilinçlenmesine bağlı bulunmakladır. Yeryüzünün herhangi bir bölgesinde yaşayan bir insan topluluğu, bağımsız bir siyasî teşkilât kurarak, öteki topluluklara karşı kendisini kabul ettirdiği andan itibaren, miktarına bakılmaksızın bir devletin varlık sebebi olma niteliğini kazanmış olur. Çağdaş devletin insan unsuruna daha çok "millet" ya da "halk" adı verilmektedir.
2- Ülke Unsuru: Devleti meydana getiren "ülke" unsuru belli büyüklükte bir arazi parçasını ifade eder. İlk çağlardan beri insanlar yer yüzünün belli yerlerini kendilerine yurt tutarak, başkalarına karşı korumuşlar, "vatan" adını verdikleri bu toprakları kutsal sayarak, uğruna çekinmeden ölüme gitmişlerdir. Tarih boyunca ilerleyen ve gelişen medeniyetle beraber ülkelerin önemi artmıştır. Günümüzde pek çok devlet üzerinde kurulduğu toprakların adı ile çağrılmaktadır.
Ülke, devlet egemenliğinin ve kudretinin üzerinde kullanıldığı toprak parçasıdır. Bu topraklar, belli derinliklere kadar altında, üstünde ve sularında bulunan değerleri ile devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Bir devletin ülkesi üzerindeki fiilî hakimiyeti hem iç hukuk, hem de uluslararası hukuk bakımından tekel ifade eder. Bu nedenle devletin var olabilmesi için, diğer devletlerden belli sınırlarla ayrılmış bir ülkenin varlığı gereklidir. Başka ülkelerin toprakları üzerinde bir devlet kurduklarını söyleyenleri kimse ciddiye almaz ve bunu bir maskaralık olarak görürler.
3- Siyasî Unsur: "Kamu gücü" diye de adlandırılan ve devletin siyasî unsuru olan egemenlik başkalarına hakim olma, emir ve direktifler vererek başkalarının davranışlarını yönlendirme anlamına gelir. Devletin egemenliği, ülke sınırları içinde bulunan her türlü kişi, grup ve makam egemenliğini de içine alan üstün bir kuvvet olup, onun kendi bünyesinden kaynaklanan aslî ve meşru bir güçtür. Devlet bu gücünü bir başka otoriteden almaz, bir başkası adına kullanmaz. Egemenlik yetkisinin mahiyeti ve sınırları hukukla belirlenmiştir. Devlet kudretini kullanma makamında bulunanlar bu sınırlara uymak zorundadır.
Devlet egemenliğini emrindeki polis, jandarma, ordu ve benzeri zorlayıcı vasıtalara dayanarak kullanır. Sosyolojik bakımdan devleti, devlet olmayan topluluklardan ayıran en önemli fark şudur: Devletin emrindeki ordu, jandarma, polis ve benzeri meşru şiddet kullanma hakkını tekelinde barındıran silahlı güçlere sahip olmak. (Bkz. Şükrü Karatepe-Fevzi Demir, Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, “Devlet” md.)
Müslümanlar bir İslam Devletine yüzyıllardır hasret kalmışlardır. Bu hasret onları, yasal zeminde harekete geçirecek bir aşk ve iştiyak seviyesine çıktığında bu ümmetin önüne kimse kesemeyecektir.
Siz kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Böyle bir arzunun içinizdeki cazibesi ne kadardır acaba?!