İmanın Verdiği Huzur ve Hasta Ruhlar
Hz. Ali şöyle buyurmuştur: “Bir yağmur damlası dahi ancak ölçekle ve görevli meleğin eliyle gönderilir. Fakat Nuh zamanında böyle değildi. Çünkü o zaman suya, onu koruyan meleğin izni olmaksızın tuğyan edip taşma yetkisi verilmişti. Bu yüzden de su, koruyucu meleğe rağmen taşmış ve her tarafı kaplamıştır. İşte “Hakikat şu ki su taştığı zaman o süzülen (gemide sizin atalarınızı) biz taşıdık”(Hâkka: 69/11)âyet-i kerîmesi bunu ifade etmektedir.
Aynı şekilde hiç bir rüzgar yoktur ki bir ölçüyle ve görevli meleğin eliyle esmiş olmasın. Ancak Ad kavminin helâki esnasında durum bunun aksine oldu. O sırada rüzgara, Allah tarafından görevli melekten izin alınmaksızın korkunç bir fırtına şeklinde esme yetkisi verilmişti. Bunu da “Âd’a gelince, onlar uğultulu, azgın bir fırtına ile helak edildi.”(Bakara, 2/22)âyet-i kerimesi ifade etmektedir.”(KenzulUmmal I/273)
Bunlar, kainatı Allah Teâlâ’nın mü’min bir kulu kabul eden “ilmin kapısı” Hz. Ali Efendimizin sözleridir. Kainat da Allah Teâlâ’nın yarattığı mahlukattır ve Allah Teâlâ’nın koyduğu kanunlara, şeriata bağlı çalışır. Hem de tıkır tıkır. Malum, gökyüzünde galaksiler, gezegenler, sistemler var. Yörüngelerinde adeta yüzerler. Sessiz ve sakin, ama çok süratle akıp giderler. Mesela dünyamız güneş etrafında dolanırken aynı anda kendi etrafında da döner durur. Böylece bir yandan gece ve gündüzler, bir yandan mevsimler meydana gelir. Çok hızlı seyir ve dönmelere rağmen, bizim başımız dönmez, içerken kahvemiz dökülmez.
Bunlar nasıl hareket ediyorlar? Biz bir taksiyi yürütmek için motora ve yakıta ihtiyaç duyarız. Bunların motorunu kim yapmış, yakıtını kim dolduruyor depolarına? Ve milim şaşmadan yörüngelerindeki gidişi, birbirine çarpmadan planlayan, programlayan kim?
İşte yağmur! Her damla sayıyla ve bir melek eliyle indiriliyor? Altına girip yürüyesin geliyor. Mesela ben yazın hafif yağmurda yürümesini çok severim. Arabada yağarken de zevk alırım. Ama bir de isyan halinde yağması varmış. Mesela Nuh tufanında olduğu gibi, melek bir yana bırakılır ve gök boşanır gibi düşer yere ve tufan olup felaketlerle gelir. “Neden acaba” diye sormaya gerek var mı? “Bu öfke, bu gazap neden?” demek fazla olmaz mı? Ellerimiz ile yaptığımız kötülükler yüzünden. Bunu biliyoruz. Nerden mi? Kainatı kullanma kilavuz kitabımızdan. Yani Kur’an-ı Kerimden!
O yağmuru bazen “altında yürümek arzusu oluşturacak kadar latif, yumuşak, sever ve okşar gibi yağar. Mesela “gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı.”(Bakara, 2/22.) ayetinde olduğu gibi. Ama bazen de “Ya da bunlar karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşeklerle yüklü, ‘gökten şiddetli bir yağmur fırtınasına tutulmuş gibidirler ki, yıldırımların saldığı dehşetle; ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Oysa Allah kafirleri çepeçevre kuşatıcıdır.”(Bakara, 2/19)
Kainatta olan her şeyi kılavuz kitabımızda görüyoruz ve hayranlıkla okuyoruz. Bundan sonsuz huzur ve mutluluk duyuyoruz. Ne demek? Dünyamız ve evrenimiz, bizim gibi Allah Teâlâ’nın kuludur. Rastgele değil, bir hikmetli, menfaatli kanunlarla çalışır. Bizim mü’min kardeşimizdir. Bize şefkat ve merhamet eder. Bize dua eder. Bizi çok sever.
İmanın verdiği şu huzur ve mutluluğa bakar mısınız?