“Orantısız güç” ve “savaş alanı”
Bizim medya, son günlerde iki tabiri çok seviyor:
1. “Orantısız güç”…
2. “Savaş alanına döndü”…
Kanal muhabiri, Suriye’deki iç savaşı anlatırken bile “savaş alanına döndü” diyor…
“Savaş alanı” başka ne alanına dönecekti, “barış alanı”na mı?
Taksim Gezi Parkı için de medya günlerdir aynı ifadeyi kullanıyor: “Savaş alanı!” Muhabirlerini meydana salmadan önce, keşke birkaç yeni kelime öğretseler…
Gelelim “orantısız güç” konusuna… Orantı, yani denk… Polis kendine saldıranlara aynı saldırı araçlarıyla karşılık verecek ki, “orantılı güç” olsun…
Yani; molotofkokteyli atanlara molotofkokteyli atacak… Taş atanlara taş atacak… Sapanla bilye fırlatanlara bilye fırlatacak… Havai fişek savuranlara havai fişekle mukabele edecek.
Cop yok, gaz yok, panzer yok, kalkan yok, silah yok, su sıkmak yok… Geriye ne kalıyor o zaman? Saldırgan teröristlere yalvarmak kalıyor:
“Taş atmayın çocuklar!..”
“Molotof atmayın çocuklar!..”
Ne çocuğu? Bunlar kamu malına zarar veren, mağazaları yağmalayan, araçları yakan, dükkânları kundaklayan ve kamusal alanı işgal altında tutan teröristlerdir. Teröre merhamet olmaz. İsteyen istediği yeri işgal edecek ve devlet de buna göz yumacaktı ise otuz beş yılda PKK terörüne kırk bin can neden verdik? Oldu olacak, yakaladıkları teröristlere sarılıp yanaklarından öpsünler bari: Çünkü bir bu eksik!
15 gündür Taksim Meydanı işgal altında. Kültür Merkezi ve anıt da işgalden nasibini almış, envai çeşit yasadışı pankartın panosu haline getirilmişler…
Duvarlara Başbakana ve hükümete söven yazılar yazılmış…
Sözde “sanatçı”larımız da sık sık bunları yapanları ziyaret edip “yardım ve yataklık” yapmışlar.
Yahu siz milletin sanatçısı mısınız, bir avuç sergerdenin sözcüsü mü?..
Bir de işgale destek vermeyen gerçek sanatçılara utanmadan “mahalle baskısı” uyguluyorlar.
Çünkü “kendini ifade etme hakkı” filan bahane, asıl istenen kargaşa! Bir ülkenin sanatçısı kargaşa ister mi, demeyin, ideolojik saplantıları varsa, ister. Askeri darbelere ivedilikle arka çıkan bu “sanatçı”lar değil miydi?
Bunlara karşı etkili bir silahımız var aslında, ama bilinçsizlik yüzünden kullanamıyoruz: Bu silahın adı, “İzlememe ve alkışlamama silahı”dır: Tiyatrolarını, filmlerini, dizilerini, şarkılarını boykot eder ve alkışı kesersek, öyle bir yola gelirler ki, muma dönerler. Anladıkları dil budur.
Borsadan, faizden, alkol ve sigara ithalatından beslenen işadamları, sigara/alkol sınırlamasıyla ve faizlerin düşmesiyle uğradıkları zararın intikamını almak için meydanlarda boy göstermişler…
Başbakanı çileden çıkaran tablo işte bu tablodur…
Çünkü Başbakan, ülkeyi yekpare tutmak zorundadır…
“Sert” olarak yorumlanan tavrı bundandır. Sırtında yumurta küfesi var. Bu yüzden ne Kılıçdaroğlu, ne de “sanatçı”lar gibi rahat olması mümkün değil.
Taviz tavizi doğurur ve yol olur. Bir bahane bulan herkes “sosyal medya”da örgütlenir ve kafasına taktığı meydanı işgal eder.
Yapılacak iş belli: Gerçekten “ağaç nöbeti” tuttuğuna inanan tüm Gezi Parkı eylemcileri, istismar edildiklerini bizzat gördükten sonra, artık evlerine dönmeli.
Böylece polis, olayı kendi amaçları doğrultusunda istismar eden teröristlerle baş başa kalacak ve işlerini bitirecek.
Bunu yapmazlarsa kurunun yanında yaşın yanması kaçınılmaz olur. O zaman da “orantısız güç”ten yakınma hakları kalmaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.