Devrimbaza Aldırmayın
Artık iyice anlaşıldı ki, ağzımızla kuş tutsak, kendimizi devrimbazlara sevdiremeyeceğiz. Bizim yaptıklarımız onlara diken gibi batacak ve bangır bangır bağıracaklar.
Aslında onların yaptığı da bize batıyor ama biz “efendilik yaparak” onlar gibi bağırıp çağırmıyoruz. Yanlış mı yapıyoruz yoksa?
Devrimbaz, fişkilleri milletin ta ruh köklerine kadar ulaşmış, dalları hayatın her alanını şefkat ve merhametle kuşatmış, her iş ve davranışa bir kaide ve kural getirerek bireysel ve toplumsal hayatı gönüllü olarak düzene koymuş, yaşama bir ölçü ve ahenk sunarak disiplin ve bereket getirmiş, yasal zorunluluk olmadan herkesi başkasına karşı hayra, iyiliğe ve hizmete yönlendirmiş, baktıkça içimiz kıvanç dolan bir ulu çınar gibi muhteşem duran dil, tarih, terbiye, hukuk, ahlak gibi ne kadar dini ve milli değerlerimiz varsa, hepsinin gövdesine hoyratça balta sallamış, köküne de ekşi ayran suyu dökmüştür.
İslam medeniyetinden batı medeniyetine geçiş esnasında yaptıkları bu akıl almaz ve millet gerçeğine sığmaz işleri iftiharla anlatırlarken, ne yazık ki kafa yapılarının kifayetsizliği sebebiyle tam bir batılı da olamamışlar, hiç olmazsa onları dünyevi açıdan geliştiren ve büyüten, kısmen de olsa mutlu kılan hak, hukuk, özgürlükler ve demokrasi gibi değerlerden de mahrum kalarak, ne idiği belirsiz bir acaip mahluka dönüşmüşlerdir.
Mutlak hakim oldukları yıllar, kapkara zulüm yıllarıdır. Yokluk yıllarıdır. Sefalet yıllarıdır. Halkla kavga yıllarıdır.her işte çağın gerisinde kalan utanç yıllarıdır.
Bugün demokrasi ile kısmen açılan kapılardan temel insan haklarına ve evrensel özgürlüklere azıcık da olsa kavuşan halk, en koyu istibdat ve zulüm dönemlerinde bile dine ve millete hizmeti bırakmayanlara destek vererek yardım etmekte ve parlak geleceği için seferber olmaktadır.
Ne yapıyor devrimbaz bunun karşısında?
“Halkım haklarını kullanmasını öğreniyor ve kalkınmaya, çevresiyle müspet manada yarışmaya başlıyor” diye memnun olacak yerde, “eyvah! Demokrasi, insan hakları ve özgürlükler bahane edilerek devrim düşmanlığı yapılıyor, rejim elden gidiyor, laik cumhuriyet yıkılıyor, irtica geliyor, şeriat hakim oluyor, yönümüz çağdaş batıdan gerici ve karanlık doğuya çevriliyor” diye yaygara koparıyor.
Soruyorsunuz; hangi davranış, iş, eylem size bunu söyletiyor?
Yokmuş böyle bir şey ama beyefendilerin korkuları varmış, endişeleri varmış.
Neymiş korkulara, endişelere sebep?
Dindarların sayısı çoğalıyormuş, namaz kılanların, tesettüre girenlerin, İmam Hatip ve Kur’an Kursuna gidenlerin sayısı artıyormuş. Daha muhafazakar partiler iktidara geliyormuş…
Bunlar yasalara aykırı mı? Çağdaş değerlere, temel hak ve özgürlüklere ters gelişmeler mi?
Değil ama korkulara, endişelere sebep oluyormuş…
Televizyonda izliyor, meclis kürsüsünde dinliyor, gazetelerinde okuyorsunuz, öyle bir hava estiriyorlar ki, sanki millet kıyama kalkacak ve sayıları bir avuç olan bu azınlığı kesecekler ve kanlarını içecekler. Utanmadan şunu söylüyorlar: “İlerde siz bizi kesip bitirmeden, bugün biz sizi kesip bitireceğiz.”
Yüz yıllık maceraya bakarak söylüyorum, bunlar iflah olmaz hastalardır. Bırakın bunları da, evlatlarına bakın. Bunlar bir avuç insanlardır. Bir ara “biz kaç kişiyiz”demişler de boylarının ölçüsünü almışlardı.
Şimdi ben onlara göre yok edilmesi gereken bir “irtica” taraftarıyım değil mi? İyi de, ne yapmışım?
Ben size söyleyeyim; yemek yerken besmele ile başlarım, kaşığı sağ elime alırım, tabağımı “sünnetlerim”, bitirince de “elhamdü lillah” diyerek ellerimi yıkar, ağzımı misvaklarım. Hepsi bu!
Sayın Baykal bundan kalkarak size iki saat “rejimin nasıl tehlikede olduğunu, bu işlerin böyle “yemekte besmele” ile başlayarak adım adım, aşama aşama geldiğini, yarın da taksime binerken “besmele” çekeceğimi, direksiyona geçerken “süphanellah” diyeceğimi, çocuğuma din eğitimi vereceğimi – evet, bütün bunlar da doğrudur – böylece millete bunlar aşılanarak aşağıdan, tabandan, derinden ve sinsice adım adım şeriata geçileceğini, laikliğin yok edileceğini, demokrasinin rafa kaldırılacağını…” anlatır ve siz de dehşet içinde dinlersiniz.
Evet, sizi de bir korku ve endişe alır, ama sizin endişe ve korkularınızın da, sizin gibi bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Değerlendirmeye bile alınmaz.
Diyemedikleri şudur: “Ah ulan demokrasi! Benim oyumla çobanın oyunu bir tutan demokrasi ah ki ah! Başımıza ne geliyorsa senin yüzünden. Neydi o cumhuriyet yılları, neydi o istiklal mahkemeleri!?..”
Aldırmayın devrimbazlara, “Allah şifalar versin” diye dua edin. Hastalık işte, sizi asla sevemezler. Asla beğenemezler. Her yaptığınız yasaldır amma, size asla hayat hakkı tanıyamazlar.
Bir adam “dini ve milli değerlerine düşman olma” hastalığına yakalanırsa, hali böyledir. Kanser gibi, henüz buna da bir çare bulunamadı maalesef.
Ne yapalım, bu da bizim gerçeğimiz.
(Bu yazı 22 Mayıs 2009 de Habervaktimde yayınlanmıştır. Tarihin tekerrürüne dair ibretle sunulur.)