Üniversiteler ve sokaklar
Sokaklardaki meydanlardaki gençlerin çoğu üniversiteli... Büyük çoğunluğu da, eğitim-öğretim hayatlarını Ak Parti iktidarında geçiren gençler.
Binlerce derslik yapabilirsiniz; liyakatli-liyakatsiz binlerce müdür tayin edebilirsiniz... Kitapçı esnafını yok etme pahasına, bedava kitaplar; sınavlarda kalem-silgi verebilirsiniz... Bütün YÖK üyelerini ve bütün rektörleri değiştirebilirsiniz... Bunlar, her şeyin halledildiğini göstermez; tam tersi, her şeyin yeni başladığını gösterir. Ancak yeni başlayan hiçbir şey görülmüyor eğitim-öğretimde.
Eğitim-öğretim meselesi, sadece “ele geçirme” ile sınırlandırılmış ve içi doldurulmamış demek ki. 11 yıldır yapılan değişiklikler tabana yansımadıysa ve tabanda yeni hikâye ve idealler sürgünü coşmadıysa, yapılanların hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.
İş sadece “ele geçirmek” ve “iktidarın nimetlerinden faydalanmak” mıydı?...
İş sadece “Bugüne kadar onlar vardı, şimdi biz varız!..” tatmini yaşamak mıydı?
İş sadece makamlardan güç alanların değişmesi, ama “eski hamam eski tas” hikâyesinin devam etmesi miydi?
11 yılda eğitim-öğretim konusunda, felsefesiz, hikâyesiz, büyüsüz nesiller yetiştirmek miydi?
Hani nerde üniversite gençliğini derinden sarsacak toplumsal değişim projeleri?..
Hani nerde gençliğe “hayatın anlamı”nı yüreklerinde hissettirecek başarı projeleri?..
Hani nerde birey olmanın hazzını yaşatacak zihniyet devrimi?
Hayatlarında sadece SBS, ÖSS, LYS, KPSS gibi çoktan seçmeli bir zihniyet ve dil kullanan, başarı hazzını sadece bu sınavlarda yaşayan gençlere, sosyal sorumluluk verme imkânı sağlanamadıysa, bu gençler sokağın câzibesine kapılıp giderler.
Yüksek öğretimde temel sorun YÖK’ü ve rektörlükleri “ele geçirmek” miydi?..
İşte gördük... Gençlerin büyük çoğunluğu üniversiteli...
Özgün ve özgür olması gereken üniversiteler ve o üniversitelerin rektörleri, bu gençlerin birey olmasına ve sosyal sorumluluk yüklenmelerine ne kadar katkıda bulunabildiler?..
Hiç!..
Sokaklara ve meydanlara bakın, anlarsınız!..
Tesadüflerin güdülerin ve bir araya getirdiği, söylem ve tavırlarıyla lümpenleşmeye meyyal bir kuşaklar zinciriyle karşı karşıyayız. Bunda üniversitelerin hiç mi suçu yok?.. Üniversiteler, bu gençlerin hayallerini, düşlerini gerçekleştirmek için niye ortam hazırlamazlar? Bu gençler niye ideolojik veya informel grupların kucağına terk edilir?
Ve bu gençlerin, “bilgi üretme bilgisi” dışında (Onun da yapılmadığını biliyorum ya!.. Neyse...) şahsiyet kazanmaları için üniversiteler niye hiç kıllarını kıpırdatmazlar?.. Üniversiteler sadece rektörler ve yöneticilerden mi ibarettir? O makamları ele geçirince, iş bitiyor mu? Hani üniversite ufku?.. Hani bilimsellik felsefesi derinliği?.. Hani toplumun en dinamik kesimi olan üniversite gençliğinin hızına hız katacak idealler ve hikâyeler?..
Bütün rektörler, ağızlarını açtılar mı, -hiç kimseye hiçbir şey ifade etmeyen- bir sürü rakamlardan söz ederler. Konuşmalarında, hayata dair, yaşanmışlığa dair, hüzne, sevince, kahıra dair bir kelime bile bulamazsınız. Varsa yoksa müteahhit ağzı!.. Varsa yoksa, istatistikî rakamlar!..
İnsanın ve niteliğin değil, rakamların kutsal olduğu bir dünyadır üniversiteler. Rakamlar kutsaldır ama büyücülerin kullanma amacından başka hiçbir büyülü tarafı yoktur.
Üniversite gençleri hayatlarına anlam katacak hikâye ve büyünün açlığı içindeler. Ne YÖK farkında bunun, ne de rektörler!..
Başbakan’ın ufkunu yakalayamamış üniversitelerle yeni Türkiye’yi kurmak çok zor görünüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.