Diyaneti Tartışmak
Yoğun gündem arasında yazmaya fırsat bulamadım. Geçen hafta sonu Helsinki Derneği’nce düzenlenen bir oturumda Diyaneti tartışmıştık! Nesini mi? Diyanet’in her şeyini… Varlığından tutun da, bugünkü işlevine kadar her şeyini…
Bazıları, Diyanet’in tartışılmasını belki eleştirebilir. Ama, bence her şey tartışılmalı. Çünkü hiçbir şey tabu değildir. Esasen, bir şey tartışılmaz hale gelirse kötüdür. O giderek tabulaşır, hatta kutsallaşır, dokunulmaz hale dönüşür… Bu da fikirleri durağanlaştırır, gelişmeyi dondurur, ilerlemeyi durdurur.
***
Görmüyor musunuz? 80 Anayasası’ndaki ilk maddeler tartışılmaz olalı nasıl da tabulaştı, kutsallaştı, dokunulmaz hale geldiler!? Çoğu partiler ve hatta çoğu insan da, bu maddelerin değişikliği söz konusu edildiği zaman “cıs” diyorlar! Bu maddeler “kırmızı çizgimiz” deyip tartışılmasına bile izin vermiyorlar!... Bu maddeler, “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” deyip sanki Allah’ın ayeti gibi savunuyorlar! Pardon, Allah’ın ayetine bu kadar sahip çıkmıyor, savunmuyorlar!...
Diyanet de, sonuçta Anayasal bir kurum. Her yasa gibi o da bir kul yapımı, bir insan ürünü. Eksikleri, hatları, yanlışları elbet olacaktır ve vardır. Bunlar, tekrar tekrar ele alınıp düzeltilmeli, yenilenmelidir…
Farklı inanç ve görüş mensuplarının birlikte tartıştığı bir konuyu, hacmi sınırlı bir sütunda dile getirmek elbette mümkün olmaz. Ancak şu kadarını söyleyeyim: Diyanet, rejim için çok stratejik ve fevkalade önemli bir kurum. Kaldırılsın diyenler bile, Diyanet kaldırıldığında bu boşluğun rejim tarafından nasıl doldurulacağı konusunda sağlıklı bir fikre sahip değiller!...
***
Tarihe baktığımızda, dini hayatın toplumun keyfine ve inisiyatifine terk edildiğini pek göremiyoruz. Devlet, yönetenler; dini hayatı ve dinin mensuplarını daima kontrol etmiştir. Bugün de bu kontrol mekanizması devam etmektedir.
Devlet tarafından atanan diyanet mensupları ve din görevlileri, bu konumlarıyla zaten devletin memuru durumundalar. Devletin memuru demek, devletin emrinde çalışan memur demektir!.. Hele bu devlet, daha düne kadar laikliği dinin bir alternatifi gibi gören anlayışın hakim olduğu bir devlet ise, Din-Devlet çatışması veya Hükümet-Diyanet kavgası kaçınılmaz olacaktır.
Bu çatışma ve kavgayı hayat boyu müşahede eden ve zaman zaman da bilfiil yaşayan biri olarak, bunun çok tabii olduğunu düşünüyorum. Çünkü, bir vücutta iki kalp olmaz. Bir tarafta Devlet laik yani “ladini” olacak, diğer tarafta da din ve diyanet devletin emrinde olacak! Bu, gerçekten paradoksal bir durum!..
Bu çelişkiden ancak iki şekilde kurtulmak mümkün olur: Ya, devletten bugünkü anlaşılan şekliyle laiklik ilkesi çıkarılıp, devletin dine müdahale etme ve dini hayatı dizayn etme görevi ortadan kaldırılacaktır. Ya da, din ve diyanet devletten bağımsız ve bağlantısız olarak tamamen özerk (muhtar) hale getirilecektir.
***
Hangi din olursa olsun, o din mensupları kendi idarelerini oluşturur, kendi bütçelerini yaparlar, devlete de muhtaç olmazlar.
Müslümanlara gelince, geçmişte gasp edilen vakıf arazileri, mülkleri ve varidatı kendilerine iade edildiği taktirde, büyük bir mali kaynak zaten ellerinde mevcut olacaktır. Bu, kendilerine ecdat tarafından tarihi miras olarak bırakılmış hazinedir. Ne yazık ki, Cumhuriyet sonrasında Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’nden vakıflar ayrılarak bu hazine Müslümanların elinden alınmış ve “hademe-i hayrat” ve “dini hizmet” erbabı devlete muhtaç hale getirilmiştir.
İyi mi olmuştur, olmamış mıdır, bu konu tartışılması gereken bir konu olarak gündemimizi işgl etmeye devam edecektir. Ta ki, yeni Anayasa’da Laiklik ilkesi ve Diyanet’in konumu netleşinceye kadar!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.