Yasamada İman veya İnkar
Cömertliği ile meşhur olan Hatem-i Taî’nin oğlu Adiy, reisi olduğu Tayy kabilesiyle beraber müslümanlara karşı vaziyet alınca, hicri 8. yılda Hz. Ali (ra) bunların üzerine gönderildi.
Hıristiyan olan Adiy, mağlup olunca dindaşlarının bulunduğu Suriye hududuna kaçmış, bir dizi enteresan olaydan sonra esir alınan ama Efendimizden ikram görmüş olan kız kardeşinin daveti üzerine Medine-i Müevvere’ye gelmişti. Peygamberimiz, ona değer verdi, misafir etti, şüphelerini tek tek izale etti, Elhamdülillah o da müslüman oldu.(Geniş bilgi için bak M. Asım Köksal, İslam tarihi X. 66-70)
Şimdi o olaydan bir sahneyi seyredelim; Adiy (ra) anatıyor:
"Resulullah’a (sav) geldim, boynumda altından bir haç vardı. Resulallah Sure-i Berae'yi okuyordu.
-"Ya Adiy!... ‘’Şu boynundaki putu at," buyurdu. Ben de attım. (Tirmizi, tefsir 9-10)
Sureden, "Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, papazlarını Rabları olarak kabul ettiler."( Tevbe 31) ayet-i kerimesine gelince,
-Ya Resulallah, onlara ibadet etmezlerdi, dedim.
Aleyhisselatü ves-selam buyurdular ki:
- Allah’ın helal kıldığını haram kılarlar, siz de haram tanımaz mıydınız? Allah’ın haram kıldığını helal kılarlar, siz de helal saymaz mıydınız?
- Evet, dedim.
- İşte bu, onlara ibadettir, buyurdu."(Bkz. Elmalılı IV. 2512; Kurtubi, VIII. 120; Zuhayli, X. 183; İbni Kesir, II. 137)
Şu rivayet, biraz daha teferruatı değerlendiriyor: Peygamberimz Adiy’e sordu:
- Ey Adiy, senin salik olduğun din, ahalide kazançlarının onbirde birinin toplanmasını menettiği halde, sen halktan bunu topluyormuşsun.
- Evet topluyorum.
-Senin nazarında Allah’tan başka bir mabud var mıdır?
- Hayır, yoktur.
- Allah’tan daha büyük bir şey var m?
- Yok,
-O halde bil ki Allah’ın gazabı, dalalete sapan Yahidilerle Hristiyanlara isabet etmiştir.(Ali Himmet Berki, Osman Kesikoğlu, Hatemu’l Enbiya, s. 386)
Şu rivayet de konuya daha bir açıklık getirmektedir: “Rebi' demiştir ki:
-"Bu Rablık İsrailoğulları'nda nasıl idi?" diye Abdul'âliye'ye sordum. O da:
-"Genellikle Allah'ın kitabında hahamların sözlerine aykırı olan âyetler bulurlar, bununla beraber kitabın hükmünü bırakırlar da hahamların sözlerini tutarlardı." dedi.”(Bkz. Elmalılı, ay.)
Demek Allah'ın emrine ve nehyine değil, alimlerin, özellikle de hukukçuların ve yöneticilerin emir ve yasaklarına, koyduğu ölçü ve kanunlara baktılar. Onlara mutlak yasama yetkisini verdiler. “Hakimiyet kayıtsız ve şartsız Allah Teâlâ’nın iken” onlar, “Hakimiyet kayıtsız ve şartsız kralındır, hükümetindir veya milletindir” dediler. Yani Allah Teâlâ’nın yetkisini kendilerince onun mahlukuna, yarattığına verdiler.
Çağımızda ise “laiklik ve demokrasi” diyerek millet adına bu yetkiyi meclise, parlamentoya verdiler.
Bu ise açıkça Allah’ın hakkını güya onun elinden alıp belirli kullara vermektir. Bir başka ifadeyle neticede Allah Teâlâya tapar gibi o kullara tapmaktır. Allah Tealayı bırakıp onlara tapmaktır. Yani Allah'ın emirlerini bırakıp, açıkça Allah'ın emirlerine ters düşen kanunlarında onlara itaat etmektir. Bu ise “kula kul olmaktan” başka bir şey değildir. İslam, insanı bu zilletten kurtarıp, onu Allah Teâlâ’ya kul olma izzetine yüceltmiştir.
Bu tür sapkınlıklar her çağda görülen dalaletlerdendir. Zamanımızda ise laiklik ve sekülerizm adına bu cinayetler işlenmektedir. Allah'ın haram kıldığı şeyleri idareciler, daha çok da onların talimatlarıyla uzman bilginler, hukukçular helâl kıldılar. Allah'ın "yapmayın" dediği şeyleri emrettiler, "yapın" dediklerini de yasakladılar veya emir olmaktan çıkardılar. Mesela içki, kumar, zina gibi kesin haramlar yasak olmaktan, zekat, öşür, hac ve sair emirleri de emir olmaktan çıkardılar. Böylece ayette ifade edilen şirk gerçekleşmiş oldu. Bu da çağdaş dinden dönmeler, irtidat etmelerdir.
Bu durum her halükarda böyle midir? Bunun şartların getirdiği zaruretler neticesinde bir vebalin kalkması yok mudur?
İslam elbette şartları ve zaruretleri değerlendirir.
Bu durumda imanı kurtarmak için şunlara dikkat etmek gerekir:
İslam’ın kanunlarına ters düşmeyen kanunlarda sorun yoktur. Ama onlara ters düşen, onlara karşı konulan kanunlar ise asla ve kat’a yürekte kabul görüp tasdik edilmemeli, sevilip benimsenmemeli, zaruret olmadıkça da uyulmamalıdır.
Mesela dünya içkiyi, kumarı, zinayı ve benzer haramları serbest etse, biz yine de onları haram bilir ve kaçınırız. Başkasının serbest bırakması bizi ırgalamaz.
Mesela tesettür bir emirdir. Kanunlar bunu yasaklasa bile biz o kanunları kabul etmez, benimsemez ve sevmeyiz. Zaruret olmadıkça itaat da etmeyiz. Gerekirse bu konuda maddî ve manevî fedakarlıklarda bulunuruz.
Ama diyelim ki itaat ettik. Bunun şirk olan itaatle farkı şudur: Bir insan Allah Teâlâ’nın emrini kalben iman ve tasdik ettiği halde, bedenen o işi yapsa, dinden çıkarak inkara düşmez, sadece günahkar olur, cezayı hak eder. Ama bir emri yerine getirmeyen, onu kalbinde iman ve tasdik olmadığı için, yani inkar ettiği, veya çirkin gördüğü veya beğenmediği için yaparsa, kesinlikle dinden çıkar.
Aynı işleme farklı hükmün sebebi, kalpteki niyettir. Bu yüzden “ameller niyetlere göre değerlendirilir.”