Maraş Kalesi Bir Daha Kurtuldu
Güzel sözlere kulak veren ve onların en iyisine uyanlara selam olsun.
Ne güzel insanlardır onlar ki, birileri hatalarını, yanlışlarını, kusurlarını iyi niyetle kendilerine söylediklerinde, eğer söylenenler doğru ise, hemen o sözleri alır ve gereğini yaparlar. Nefislerinden yana çıkmazlar, hak karşısında diklenmezler, meseleyi gurur, kibir, enaniyete dökerek kırgınlık ve kavgalara sebep olmazlar. Hatta teşekkür ederler. İyi niyetli olmayandan gelen haklı eleştirilere karşı bunu yapabilenler ise, hiç şüphesiz, velayet sırlarından hissedar insanlardır. Aslında bu hep böyle olmalı değil mi?
Arkadaşınızın üstünde bir akrep görüyorsunuz. Bu akrep fırsat bulsa onu sokacak ve canını çok yakacak, belki de öldürecek. Ne yaparsınız?
Bırakın bir arkadaşı, yabancı bile olsa, (hatta sair mahlukattan dahi olsa) ona önce “sana bir şey söyleyeceğim, ama panik yapma. Gayet sakin ol. Gerisi kolaydır. Üstünde bir akrep var. Şimdi onu zararsız bir şekilde üstünden almamız gerekiyor” der ve gerekeni kibarca yaparsınız. Bunu yapmazsanız, dedik ya, ya canı yanar, ya da ölür gider arkadaşınız.
Bunu yapmamazlık olur mu?
Maalesef oluyor. Hem de çok oluyor!
Neden oluyor?
Çünkü yanlış tepkiden korkuyor insanlar.
Bir hakikattir ki insanlar yeterince dini terbiye alamayınca çok gururlu, çok kibirli, çok kendini beğenmiş oluyorlar. Buna da “özgüven, kendine saygı, kendini korumak, izzeti nefis, onurluluk” gibi isimler veriyorlar. Bu kavramları bilmiyor olduklarından yerinde kullanamıyorlar. Bu yüzden nefsinin istemediği, kendince onu küçük düşüreceğini sandığı işlerden söz edilince, yanlış tepki veriyorlar. Hatta yapılan nasihat, uyarı, tavsiyelerin haklı olduğunu bilseler bile böyle davranabiliyorlar. İşte size bu gibi durumlarda çok duyduğumuz bazı tepkilerden bazıları:
- Sana ne? Sana mı hesap vereceğim?
- Sen benden çok mu iyisin? Sen de yapıyorsun bazı kusurları!
- Sen kendi işine bak, bana karışma!
- Bana akıl verme, para ver!
- Arkadaş dediğin kusur görmez!
Hayır, hayır, her nasihat eden, iyiliği tavsiye eden, kusurlara dikkat çeken, karşıdakinden daha ahlaklı ve faziletli olduğunu iddia ediyor değildir. Böyle olan, bunu ifade eden bir dil ile nasihat eden varsa, hiç yapmasın daha iyi! Maksat adam kazanmaktır, kaçırmak değil.
Bir insana nasihat yapılırken, bir yanlışı söylenirken, gayet nazik ve kibar, mütevazı ve mahviyyetkar olunmalı, yumuşak ve tatlı dil kullanılmalı, muhakkak tenhada yalnız başınayken yapılmalı, asla ve kat’a kalabalıkta bu iş olmamalıdır. Değilse, onu yapanın maksadı, karşısındakinin iyiliğini istemek değil, aslında onu rezil rüsvay etmeye çalışmaktır. Bu da ters tepkiyi hak eder doğrusu.
Aksine söze başlarken gerek duyuyorsa, “bazen biz de yapıyoruz, Allah affetsin, biz de dünyaya alim gelmedik, bizim de bilmediğimiz bir çok şey var, ama izin verirsen ve kırılmazsan sana bir şey söylemek istiyorum…” demeli, alttan almalı, sözün dişisini söylemeli, iyilik amaçladığını haliyle hissettirmeli veya açıkça ifade etmeli, asla muhatabını nefsini savundurucu, nefsinden yana çıkıcı bir duruma düşürmemelidir.
Bu sözlerimiz, “söyleyenlere dair” olması gerekenlerdir. “Söylenenlere düşen” ise, bu tür arkadaş ve dostlarının kıymetini bilmeli, sözlerini güzel karşılayıp kabul etmeli, hatta teşekkür etmeli, böyle arkadaşlar ihsan ettiği için de Allah Teâlâ’nın lütuf ve keremine şükretmelidir. Dostluklar böyle kaimdir.
İki dost yirmi sene beraber yaşarlar. Birbirlerini hiç kırmamış, hep uyum içinde yaşamışlardır. Nihayet birisi ötekisine der ki:
- Seninle dostluğumu bitiriyorum. Bana hakkını helal et. Benden yana da helal olsun.
- İyi de neden? Bir yaramaz söz ve işimi mi gördün? Yirmi yıldır sana acı bir sözüm yok. Bir tenkidim, eleştirim yok. Bir zıt işim yok. Sen neden beni terk ediyorsun?
- İşte tam da bundan! Yahu benim yirmi yılda bir tane yanlışım, hatam, kurum olmaz mı? Daha bir kere demedin ki ben de düzelteyim! Benim senin dostluğundan ne kârım var?
- !...
Bu böyledir. Dost, yerine göre acı söyler, ama doğru söyler. İlaçlar, şifa taşıyan iğneler, hatta cerrahların ameliyatları acıdır, zordur, ama zaruridir, kaçamazsınız. Gidip masaya yatmanız gerek. Elinde bıçakla sizi diri diri kesip biçen doktor, canınızı yaksa da iyi niyetlidir ve sizin iyiliğinize çalışmaktadır. Ona ters tepki vermek, hastanın akıl ve ahlak noksanını ifade eder değil mi?
Bir önceki “Ayıptır Günahtır Zulümdür Yapmayın Lütfen “ başlıklı yazımızda Kahramanmaraş’ta şehrin ortasında büyük gürültülerle icra edilen Ramazan eğlencelerine dikkat çekmiş ve Belediye başkanını uyarmıştık. Sonuçta “Bu işlerin sorumlusu, benim de sevgili arkadaşım olan belediye başkanıdır. Bana hiç kızmasın, gücenmesin” demiş, sözü şöyle bağlamıştık:
“Velhasıl Belediyeler bu münker işlere, bu çirkin zulme, yasalara aykırı açık alandaki bu kaba gürültüye derhal bir son vermeli ve ibadetlerini ifsat ettiği, istirahatlerini bozduğu, uykularını kaçırttığı halktan özür dilemelidir. Biz kendilerini seviyor ve iyiliklerini istiyoruz. Dost olduğumuz için doğruyu söylüyoruz. Bir hoca olarak da dünya ve ahiret menfaatlerini korumaya çalışıyoruz. Bizim kıymetimizi bilsin, teşekkür etsinler.”
Yazı yayınlandıktan bir gün sonra şehrimizin ormanlar içince bulunan güzel bir lokantasında, Çamlıca’da İRFANDER’in iftar davetinde Belediye Başkanı sevgili arkadaşım Mustafa Poyraz ile buluştuk. Bizden sonra salona giren bu halk adamı mütevazı insan herkesle tek tek tokalaştı ve bana sıra geldiğinde “Hocam eleştirdiğiniz o münkeri aynı gece kaldırdık, yazıda işaret ettiğiniz yere attık. Biz iyi niyetle bazı şeyler düşünmüştük ama işin başka boyutlarını görememişiz. Sağolun, siz gösterdiniz, biz de bitirdik” dedi. Daha sonra namaza giderken bazı detay bilgiler de verdi.
Çok şükür iyi niyetle yazdığımız yazı etkisini gösterdi, amacına ulaştı. Kalemizi bir kere daha kurtardık. Darısı gece uykularımızın katili davulun başına inşallah.
Bu münasebetle haklı eleştiriye kulak vererek olgunluğunu gösteren ve gereğini gecikmeden yerine getiren sevgili Belediye Başkanımıza buradan bir daha teşekkürlerimizi sunarız.