El Kazanı ile Aş Kaynamaz..!
Türkiye bir güce ‘aşırı’ ilgi gösterdiği vakit ya da bir “güç” Türkiye’ye yakın ilgi gösterdiği durumlarda suyun başındakiler bu münasebetin adını ‘stratejik ortaklık’ olarak koyarlar… Buna karşın, birileri de bu işi ihanet olarak nitelerler… Bazıları da bu tip ilişkileri ‘güç ve itibar elde edilebilir’ şeklinde yorumlayıp iç politikada daha rahat manevra alanı kazanmak için kullanırlar… Âdettendir, hemen akabinde ve detayında ‘bağımsızlık’ ve ‘Türkiye ne kadar güçlü’ tartışmalarına geçilir!
On bir yıllık tek başına güçlü bir halk desteğini sahip bir iktidarın yönettiği Türkiye’nin bağımsızlık parametrelerinin uzun bir sürenin ardından tekrar yoğun bir şekilde tartışıldığı şu günlerde, yeni bir optimizasyon tartışmasına girip politik davranışları kendimce tercüme etmeye falan çalışmayacağım…
Gelinen aşamada ciddi sıkıntılar yaşayan bir Türkiye tablosu ile karşı karşıyayız. Ak Parti iktidarının bu zaman zarfında hiç alışık olmadığı “peşi sıra tekrarlanan” ve “dış müdahale” orijinli sorunlarla boğuştuğu ve hızla bir yıpranma sürecine girdiği bir gerçek… Bu sıkıntıların ekserisi ülkeyi yönetenlerin yanlış politikaların ceremesi, kalan kısmı ise “el kazanı ile aş kaynamaz” atalar öğüdünün tutulmamasının ceremesi…
Netice itibariyle Türkiye'de artık gündem gitgide kâbus gibi bir hâl almaya başladı…
Onca "cambaza bak!" atraksiyonlarına ve suni gündemlere rağmen, git gide sarpa sarmaya başlayan Apo-Mit müzakere süreci hala gündemin en tavizsiz maddesi olmaya devam ediyor. Önceki yazılarımda Çözüm Sürecini “fırsat değerlendirmeleri” kapsamında ele alanlar, çok yakında süreci “tehdit değerlendirmeleri” kapsamında ele almak zorunda kalacaklarıdır! demiştim… Dimyat'a pirince giden süreç yöneticileri evdeki bulgurun telaşına düştüler! Ortada bir gerçek var: PKK tarihinde hiç bu kadar serbest ve güçlü duruma gelmedi; süreç yöneticilerinin ‘barış’ ve ‘analar ağlamasın’ argümanı bile bu dehşet tehdidin üstünü örtemiyor!
Birileri, Kürtlerin içinde olmayacağı bir Ortadoğu’nun artık mümkün olmayacağı BOP tezi üzerine 2023 ve 2071 ütopyaları kura dursun; 2012 de neredeyse bitme ve sindirme noktasına getirilen terör, Çözüm Süreci projesiyle tekrar diriltildi. Terör örgütü ve özerklik bölgede ve dünyada tescillendi!
Ne hallere düştük… Dışişlerimiz ve MİT, Suriye’nin kuzeyinde müstakbel Kürt devleti riski adına PYD başkanı diye ortalıkta dolaşan birini muhatap almak zorunda kaldı! Onlara sorsan, PYD başkanını apar topar Türkiye’ye çağırıp sözde kulaklarını çektiler! PYD’linin toplantı sonrası yaptığı açıklamalara bakıyorsun, sanki o Dışişleri ve MİT yetkililerinin kulağını çekmiş gibi! Müzakere etmekten duruma vaziyet edip istikamet belirlemeye fırsat bulamayan MİT, bunlarla uğraşıp muktedir güç pozları veredursun, adamlar İngiltere’de yaklaşık 150 sandalyeden oluşacak parlamento için yapılacak seçimlerin çalışmalarını yürütmek için 30-40 kişilik komiteler bile kurmaya başladılar!
Anlayacağınız Başbakan Erdoğan ve Hükümet, elini kaptırıp kolunu kurtaramayacağı bir sürece girdi…
Gelelim bu Çözüm Süreci’nin yaklaşan üç seçim öncesinde Ak Parti’yi seçmen tercihinde çok zorlayacak bir hale sokacağı ile alakalı iddiamıza… Bütün inisiyatifi ayrılıkçı örgüte teslim eden AK Parti bu saatten sonra o bölgeden istediği oyu alamaz! Ak Parti BDP hâkimiyetinde ki şark vilayetlerinde bitmiştir! Daha önceden Ak Parti’ye oy vermiş vatandaş bile "mecburen" BDP’ ye oy verecektir!
15 yaşındaki çocukların apo tişörtleriyle üniforma hayallerini tatbik ettiği, bir aşama sonra legal silah ve yetki hayallerini hayata geçirdiği, dağa çıkmayan teröristlerin bölgede güvenlik gücü olarak istihdam edileceği vaadiyle dağa çıkarıldığı bu bölgede hangi seçim sandığını kontrol edeceksin?
“Devlet ne yaparsa devlettir, ne yapmazsa devlet değildir” meselesinden olaya bakalım: Devlet aygıtı devlet vazifesini terk etmiş durumdadır. Bölücü örgütün hakimiyet kurmaya çalıştığı doğu ve güneydoğu mıntıkasında Devlet kendi argümanlarını kaybediyor!
Tüm bu olumsuzluklar; ‘Çözüm Süreci’ diye ülkeyi yönetenlerin ellerine tutuşturulan, ‘terör bitsin analar ağlamasın’ niyetiyle hayata geçirilen, aslında Wilson ilkelerine hizmet eden kötü bir projenin gerek Türkiye’ye gerekse Ak Partiye yansıyan faturaları… Gelelim Türkiye’ye bedel ödetmeye başlayan diğer sorunlu alanlara…
Hükümet haklı olarak ‘tarihî ve kurumsal bağımız olan Ortadoğu’da duyarsız ve hareketsiz kalamayız’ dedi ve Suriye’de oyun kuruculuğuna soyundu. Büyük oynadı ve netice itibariyle çok büyük kaybetti! Üstüne üstlük müttefiklerinin nezdinde de rol model olarak gösterildiği bölge ülkelerinin nezdinde de itibarını yitirdi. Amerika Türkiye’ye resmen “Suriye'yi tanzim edemezsin, senin işin Suriye'nin kale kapısını kırmakla görevli koçbaşlığıdır! Kalenin kapısını kır, koçbaşını indir ve kenarda bekle” dedi… Türkiye de ‘içeriye ben de girerim ben de tanzim ederim’ de ısrar ettikçe, bu kez ekonomi zıplamaya ve eşkıya daha beter racon kesmeye başladı, sokak hareketleri önü alınmaz hallere geldi!
Başta da dedik ya… Ülke yöneticileri el kazanında aş kaynatarak karın doymayacağı gerçeğini illaki yaşayarak öğrenmek zorunda kaldı! Her sorunun, her güvenlik boşluğunun ve kavganın içine daldı; her seferinde önce taraf oldu, sonra tarafları ayırma misyonu üstlendi, nihayetinde arada kalarak onlarca yumruk yemeye başladı! Bunun adı da ‘aktif dış politika’ oldu! Bölgeye dönük yüzünün kendisine verdiği avantajlarla küresel denklemi uyaracak ve ‘burada ben varım’ diyecek gerekli siyasî aklı üretemedi. Var olan potansiyellerini de etkinleştiremedi.
Çember iyice daralıyor… ABD İran’la çatışma güzergâhını Körfez üstünden Suriye’ye transfer etmiş durumda... Mısır’da gittikçe vahşileşen darbe, Tunus’ta faili meçhul derin suikastlar, Irak üzerinden büyük Barzani kalkışması, “sırada İran sonra da Türkiye var” öngörüleri… S. Arabistan'ın bölgesel ölçekte artan etkinliğini dahi sınırlayacak gücümüz yok! Öyle ya da böyle Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisinin zarar görmemesi adına atılan adımlara mahkûm hale geldi.
Hülasa…
Ülkeyi yönetenlerin Uluslararası ilişkilerde haklılık ve haksızlığın bir parametre olmadığını hala öğrenemedikleri ortada... Gerektiğinde bedel ödemeyi göze alacak ve çıkarları için gözünü budaktan esirgemeyen bir ülke vizyonu geliştiremeyenler, “Vesayet” ile “stratejik ortaklık” arasındaki ince ve nazik çizgiyi hep vesayet altına girerek ihlal ederler! Böylelikle iktidarlarının ve yönettiği ülkenin ömrünü böyle uzatmaya çalışırlar!
Netice de İbn Haldun’un “Tavırlar Nazariyesi”nin kaçınılmaz sonuçlarına dûçar olurlar…
Nihayetinde Allah’ın dediği olacak…
Biz kendimiz hakkımızdaki hükmü değiştirmedikçe, Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. Neticede her topluluk layık olduğu gibi idare olunuyor. Allah, servet ve iktidarları, devirler, ülkeler ve halklar arasında evirip çeviriyor…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.