Diktatör mü dediniz... Hava tahmini ve bulmaca bile yasaktı!
Meşhur “fıkra”dır, bilirsiniz...
Adamın biri, kendini “darı” zannediyormuş... Nerede bir “horoz” veya “tavuk” görse; “Eyvah beni yiyecek” diye panikler, kaçarmış...
Etrafındakiler, “sen darı değilsin” deseler de bir türü ikna edememişler...
En sonunda, bir “psikolog”a gitmeye ikna etmişler.
Adam gitmiş psikoloğa...
Kendisini “darı” zannettiğini, bu yüzden de “horoz ve tavuklardan çok korktuğunu” uzun uzun anlatmış psikoloğa...
Psikolog başlamış “ikna” çalışmasına...
Uzatmayalım...
Bir seans, iki seans, üç seans derken, sonunda “darı olmadığına” ikna etmiş adamı...
En sonunda, demiş ki;
“Sen nesin?”
Adam demiş ki;
“İnsanım... Darı tanesi değilim.”
“Tamam” demiş psikolog;
“Bundan sonra gelmene gerek yok... Evet, sen bir insansın, darı tanesi değil!”
Adam, teşekkür etmiş psikoloğa...
Artık gidecek...
Tam kapıya yönelmişken!..
Dönmüş ve sormuş psikoloğa;
“Tamam, ben darı tanesi değilim de, bunu horoz ve tavuklara kim anlatacak?!?”
KEMAL BEY’E BİRİ ANLATMALI
Bay Kemal Kılıçdaroğlu’nun da böyle bir “saplantı”sı var...
Deniz Baykal’ın bir “seks kaseti” ile düşürülmesinden sonra “CHP’nin başına” getirildi ama, o kendini, hâlâ “SSK Genel Müdürü” sanıyor!..
Malûm;
Bürokraside işler, “emir” ve “talimat”larla yürür... Her makamdaki insan, bir “üst makam”dan izin alır, onun emir ve talimatı ile hareket eder.
Bay Kılıçdaroğlu da;
“SSK Genel Müdürlüğü” aşkı hücrelerine kadar işlemiş olacak ki, bir türlü “CHP’nin Genel Başkanı” olamadı!..
Hâlâ, “CHP Genel Müdürü” gibi hareket ediyor.
Meselâ;
“Maocu Kemalistler bu partiye yön veremez” mealinde lâflar ediyor ama bir bakıyorsunuz “Maocu Kemalistler”in kuyruğuna takılmış, onlarla birlikte hareket ediyor.
Bir bakıyorsunuz, “Dersim Katliam”ından söz edecek oluyor, partideki “Ulusalcı Kemalistler” bayrak kaldırınca, hemen tornistan ediyor.
Örnekler, sayılamayacak kadar çok.
Daha düne kadar “demokrasi”den, “sandık”tan, “halk iradesi”nden söz ederken, son günlerde; “Demokrasi, sandıktan ibaret değildir” gibi abuk-sabuk lâflar etmeye başladı.
Şunu demek istiyorum;
“Birileri, Bay Kılıçdaroğlu’na CHP Genel Başkanı olduğunu hatırlatmalı... Hatta, ikna etmeli... Çünkü o, kendini hâlâ SSK Genel Müdürü sanıyor!”
“Genel Başkan” dediğin “tutarlı” olur, öyle esen rüzgâra göre “söylem” değiştirmez.
Hem, ne demektir o;
“Demokrasi sandıktan ibaret değildir!” demek?. Demek ki sen; “sandık”tan umudunu kestin, kendine “Sisi”ler arıyorsun!..
Biliyorsunuz, Bay Kemal Kılıçdaroğlu’nun son sözü, şöyle bir şeydi:
“İngilizce diktatör broşürü bastırdık, dünyaya dağıtacağız.”
Yine biliyorsunuz ki; bu söz çok tartışıldı ve kendisine denildi ki;
“Yazıklar olsun!
Darbenin lansman faaliyetinde aldığın rol bu demek ki.
Demek ki seni bu günler için kaset marifetiyle CHP’ye genel müdür atadılar.
Yapılmak istenen şudur:
Gezi muhabbetiyle CNN, Reuters, BBC, Der Spiegel ve daha nicesi marifetiyle Erdoğan hakkında oluşturulan algı, CHP’nin İngilizce ‘diktatör’ broşürüyle tahkim edilecek.
Taraf’ın The Ekonomist temsilcisi vasıtasıyla, ‘Türkiye’de Hıristiyan geçmiş tarihten siliniyor’ algısı Batı kamuoyuna yerleştirilmeye çalışılıyor ki, darbe yapıldığında ‘darbe’ bile demesinler.
Bu nasıl alçaklıktır Ya Rabbi!”
DİKTATÖR NE YAPAR
Bir an için farz edelim ki, Tayyip Erdoğan bir “diktatör”dür... Peki, “diktatör”ler ne yapar?.. Diktatörler, “halktan gerçekleri gizler”ler... Diktatörler, “medyaya sansür uygular”lar... Diktatörler, kendilerini “dev aynasında” görürler ve “öyle gösterilmesi” için baskı uygularlar.
“Astığı astık, kestiği kestik”tirler!..
Öyle bir “baskı” uygularlar, öyle bir “terör” estirirler ki, “en büyük o”dur, “başka büyük yok”tur!..
Sıkıysa “emir”lerine karşı çık!..
Anında “kodes”i boylarsın ve “hangi zindanda” olduğunu kimseler bilmez...
Peki, “bunların hiçbirini yapmayan” Erdoğan bir “diktatör” müdür?..
Elbette değil!..
Adam, taa 2001’de partiyi kurduğunda dedi mi;
“Milletin oyuyla gelir,
Milletin oyuyla gideriz!”
Gerisi teferruat...
Bir adam ki, bir parti ki “milletin oyu”yla gelecek ve yine “milletin oyu”yla gidecekse, sen ona “diktatör” de desen, başka bir şey de desen, bu elbise, onun üzerine uymaz!..
“Diktatör” dediğin,
“Sansürcü” dediğin,
“Gazetelere talimat yağdırıyor” dediğin adam, “Milli Şef İsmet İnönü” gibi olur!..
Hani, “Kılıçdaroğlu’nun atası İsmet İnönü” var ya, ondan söz ediyorum.
Evet, İsmet İnönü;
Tam bir “diktatör”dür!..
“Sansürcünün şahı”dır!..
“Yasakçılığın kralı”dır!..
“Baskıcılığın feriştahı”dır!..
HAVA TAHMİNİ BİLE YASAK
Bay Kemal Kılıçdaroğlu, eğer “diktatör” arıyorsa, kendi partisine, kendi liderlerine bakmalıdır.
Çünkü, İsmet İnönü döneminde, “meteorolojik tahminler yayınlamak” bile “yassah”tı, iyi mi?..
Evet, evet;
“Havanın bugün yağmurlu olacağı, rüzgârın sert eseceği tahmin ediliyor” diye yazmak bile “yasak”tı!..
Biliyor musunuz;
“Bulmaca” bile yasaktı!.
İnanmadınız mı?..
O halde, buyrun Ahmet Anapalı’nın derlediği “sansür uygulamaları”na bir göz atalım ve görelim “sansür” nasıl bir şeymiş:
KARİKATÜR YASAK
l Kâzım Karabekir’in beyanları dikkate alınmayacak ve ondan asla bahsedilmeyecektir. (Anadolu Ajansına CHP tarafından bildirilmiştir)
19 Eylül 1939
l Yabancı devlet reisleriyle icra heyetleri başlarında bulunan zevat hakkında itidalli karikatür yapılsın.
(Başbakan Refik Saydam’ın şifresine dayanarak İstanbul Vilayetinden Gazete merkezlerine bildirilmiştir.)
22 Mayıs 1940
l 1- Anadolu Ajansı’nın haberlerinden başka haber yazılmayacaktır.
2- Sansasyonel başlık yapılmayacaktır.
3- Başmakale yazılmayacaktır.
4- İkinci baskı ve ilave yapılmayacaktır.
(Dahiliye Vakâleti’nden bildirilmiştir.)
10 Haziran 1940
l Cumhuriyet Gazetesi yazarı Nadir Nadi’nin yazdığı makalelere hiçbir gazeteden hiçbir yazar cevap vermeyecektir.
(Matbuat Umum Müdürlüğü)
3 Ağustos 1940
l Gazetelerimizin son günlerdeki neşriyatı arasında dinlerden bahis yazı ve mütalaa, ima ve temennilere rastlanmaktadır. Bundan sonra dinler mevzuu üzerinde hiçbir şekilde hiçbir yazar en küçük bir yazı yazmayacaktır. Hali hazırda seri olarak yazılanlar da 10 gün içinde bitirilecektir.
(Matbaa Umum Müdürlüğü Namına İzzettin Tuğrul’dan tüm gazetelere)
10 Ağustos 1940
l Otomobil yedek parçalarıyla lastiklerin bittiği, un stokunun azaldığı, meyve ve sebzeye yapılan zamlar asla yazılmayacaktır.
(Matbaa Umum Müdürlüğü’nden yapılan Tebliğ)
10 Ağustos 1940
l Geçmiş, halihazır ve geleceğe dair meteorolojik tahminlerin neşredilmemesinin bütün gazetelere tebliğini rica ederim.
(Başvekil namına Müsteşar Vehbi Bey’den Tüm Valiliklere)
4 Kasım 1940
l Reisicumhur İsmet İnönü, Ankara Civarında küçük bir seyahat yapmak üzere hareket etmiştir. Gazeteler bundan başka hiçbir şey yazmayacaklardır.
(Matbaa Umum Müdürü)
14 Aralık 1940
l Vergilere yapılması düşünülen zamlar hakkında hiçbir neşriyatta bulunulmamasının, gazetelere tebliğini rica ederim.
(Matbaa Umum Müdürü)
19 Mart 1941
l Bakanlar Kurulu toplantılarının ne zaman ve hangi gündem maddeleri üzerine toplanacağına dair haber yapılmamasının gazetelerin baş yazarlarına tebliğini rica ederim.
(Matbaa Umum Müdürü)
23 Ağustos 1941
l Memleket genelinde vuku bulan Tren kazaları hakkında gazetelerde haber yapılmayacaktır.
(Matbaa Umum Müdürü)
4 Şubat 1941
l Memleket genelinde baş gösteren un, şeker, yağ, tuz gibi vesair maddelerin stoklarının bitmesi hususunda gazetelerde haber yapılmayacaktır.
(Dahiliye Vekâleti)
7 Mayıs 1941
l Son günlerde İstanbul gazetelerinde dikkat çekici bir hâl alan yazar atışmalarına yarın sabahtan itibaren kat’i bir surette nihayet verilecektir.
(Matbuat Umum Müdürü)
28 Mayıs 1941
l Hatay’da 15 haydut 3 otomobil soymuş, bir polisi öldürmüş, 2 kişiyi yaralamış ve 15.000 lira gasp ederek kaçmışlardır. Bu haber kesinlikle yazılmayacaktır.
(Emniyet Müdürlüğünden bütün gazetelerin baş yazarlarına)
29 Ağustos 1941
l Gazetelerdeki bulmacaların siyah kareleri “gamalı haç’a” benzetilebileceğinden dolayı bundan sonra bulmaca bölümü hazırlanmayacaktır.
(Matbaa Umum Müdürlüğü)
18 Aralık 1941
l Mebus General Kâzım Karabekir’in 23 Aralık 1940 günü TBMM’de yaptığı beyanat gazetelerimizde hiçbir şekilde yayınlanmayacak ve bu beyanattan bahsedilmeyecektir.
(Başvekilimizin emriyle tüm vilayetlere Matbaa Umum Müdürlüğü’nden)
23 Aralık 1940
ŞEKERE ZAM HABERİ YASAK!
l Halkımıza vesika ile ekmek satışı hususunda gazetelerde hiçbir şekilde haber yapılmayacaktır.
(Matbaa Umum Müdürlüğü)
9 Ocak 1942
l Son günlerde artan şeker fiyatları hakkında gazetelerde haber yapılmayacaktır.
(Matbaa Umum Müdürlüğü)
29 Ocak 1942
l Ekmekten, odundan ve kömürden, etten, şikâyet kılıklı neşriyat yapılmayacaktır.
(Matbaa Umum Müdürlüğü)
10 Ocak 1942
l Mahkemelerimizin verdiği kararların aleyhinde hiçbir surette haber yapılmayacaktır.
(Matbaa Umum Müdürlüğü)
6 Mayıs 1942
l Zabıta, adliye ve mülkiye memurlarının yaptıkları hata ve işledikleri suçlara ait neşriyat yapılmayacaktır.
(Matbaa Umum Müdürlüğü)
24 Mayıs 1942
l Yeni Sabah Gazetesi Müdürlüğü’ne, Sami Karayel’in “İç Yüzleri” başlıklı tefrikasını kesmenizi rica ederim. Verilen talimatı istismar yollu neşriyatta bulunmanız doğru değildir.
(Umum Müdür Vekili İzzettin Nişbay)
29 Mayıs 1944
l Tasvir-i Efkâr Gazetesi Müdürlüğü’ne... Gazetenizin 21 Haziran 1942 tarihli nüshasının başmakalesi dikkat çekici görülmüştür. Hükümet reislerinden bahsederken daha ihtiyatlı bir lisan kullanılmasını rica ederim.
(Matbuat Umum Müdürü Selim Sarper)
23 Haziran 1942
l Türk rejiminden bu rejimin ideolojisinden gayrı, velev fikri tetkik namı altında dahi olsa başka ideolojilerden asla bahsedilmeyecektir.
(Başbakan Refik Saydam)
22 Mayıs 1942
BATI’NIN TRUVA ATI!
Bu liste böyle uzar gider…
Şanlı “cumhuriyet tarihimizin sansür tarihi” de son derece şanlı ve iftihar tablosu ile dolu değil mi?....
Bugün Türkiye’de “eksen kayması”ndan şikayetçi veya “diktatörlükle” idare edilmemizden muzdarip zevat, çok değil; günümüzden 50-60 sene önce dedeleri tarafından memlekette bu tür yasakların uygulandığından haberdar mıdır acaba?...
Tayyip Erdoğan’ı “diktatörlük”le itham eden Bay Kılıçdaroğlu, “son girişimi”nden sonra, acaba kendisine “Truva Atı” derlerse, ne cevap verir?..
Birisi, Bay Kılıçdaroğlu’na “Türkiye’de yaşadığını” hatırlatmalıdır.
“Türkiye’de yaşayan” bir insan;
“Batı’nın Truva Atı” olmaz!..
Bilmem, anlatabildim mi?..
Botta cephanelik... Soros’un piçleri!
Her zaman söylüyorum ya, eğer Türkiye’de yaşıyorsan, “rehavet”e kapılma gibi bir lüksün yok... Çünkü bu ülke üzerinde; birçok ülkenin, birçok örgütün hesapları var, plânları var...
Alın işte... Tam “Gezi eylemleri tavsadı” deyip, kulağımızın üzerine yatmaya başlamıştık ki, Yunanistan karasularında ele geçirilen “bot”ta yakalanan “silah”lar, “uyumanın zamanı olmadığını” gösterdi.
Şu hâle bakın; DHKP-C’li militanlar; Yunanistan üzerinden Türkiye’ye “silah” sokuyorlar... Hem de, silahların arasında “lav” var, “suikast silahları” var...
“Tanksavar” bile var...
O silahlarla, herhalde “Bayram şenliği” yapmayacaklardı... Allah bilir nereleri uçurup, nasıl bir “kaos”a yol açacaklardı... Ben bunlara sövdüğümde, “sen de çok küfürbazsın” diyorlar... Söyleyin Allah aşkına; ülkede kargaşa çıkarmayı ve “suikast”larla adam öldürmeyi plânlayan bu hayvanlara, “Sorospu Çocukları” demeyeyim de, ne diyeyim ben?..
Bunlara; özellikle “Sorospu Çocuğu” diyorum, çünkü bunlar “Soros’un piçleri”dir!..
“Emiri” de ondan alıyorlar, “parayı” da!..
Öyle değilse, bu “silahlar” neyin nesi?..
Uzun lâfın kısası, uyumayın!..