Türkiye, Hollywood'un Gözbebeği Olmasın
Önceki yazımda, Holywood sinemasının, postmodern bir haçlı seferi olduğunu yazmıştım.
Dün, Haber7'de, bir yazı okudum. Türkiye, doğal güzellikleri ve tarihi yapılarıyla doğal bir film platosu özelliğine sahip olduğu için başta Hollywood olmak üzere, dünyada, sinema sektöründe ün yapmış bir çok ülkenin yapımcılarının dikkatini çekiyormuş.
Haberin ilham kaynağı, Edirne, İstanbul ve Kapadokya'da film çekecek olan Russel Crowe. Başlık ise "Türkiye, Hollywood'un gözbebeği oldu".
Yazının devamında, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın, yabancı filmlerin ülkemizde çekilebilmesi için yapımcılara, her türlü kolaylığı sağladığı ifadesi var.
Bu haberi, kafanızın bir köşesine kaydedin lütfen. Şimdi, sizinle bir sinema yolculuğuna çıkalım.
Öncelikle, geçen sene, oskar alan "Argo" filminden bahsetmek istiyorum. İran devrimi esnasında, Kanada Büyükelçiliği'ne sığınan altı masum(!) elçilik görevlisinin kurtarılması için yardımı istenen Tony Mendez, ilginç bir kurtarma planı hazırlar. Egzotik Ortadoğu coğrafyasında film çekme bahanesi ile İran'a gider ve mahsur kalan Amerikalıları, film ekibinden gibi gösterip ülke dışına çıkarır.
Bundan şu sonuç çıkıyor. Amerika, herhangi bir ülkede, gizli bir operasyonu, film çekme bahanesiyle kamufle edebilir.
İkinci olarak, Ali Murat Güven'in bir yazısından edindiğim bilgileri paylaşmak istiyorum. 2005 yılında, İtalyan yönetmen Renzo Martinelli, devletimizin izniyle, Kapadokya'da bir film çeker. Başrollerini Harvey Keitel, Murray Abraham ve Jane March'ın paylaştığı "Taş Tüccarı" adlı filmi.. Çekim esnasında, Uçhisar Belediye Başkanı seti ziyaret ederek aktörün derviş rolü oynamasını tebrik eder. İlgili habere ulaşınca, Harvey Keitel'in elinde rakı, belediye başkanının elinde çay bardağı, kadeh tokuşturduklarını gördüm. Ali Murat Güven'in bu ibretlik yazısını, "Sinema Tarihindeki En İslam Düşmanı Filme Destek Olmuşuz" başlığı ile internette bulabilirsiniz.
Ben filmi seyretmedim. Güven'in yazdığına göre, "Gece Yarısı Ekspresi" filminden daha tehlikeli, İslam düşmanı bir filmmiş.
Batılı adama karşı o kadar eziğiz ki bize biraz yaklaştılar mı "Buyurun dükkan sizin" diye inanılmaz bir hürmet gösterme hastalığımız var.
İslam'ı kabul eden bir yabancı gördük mü sanki şereflenen o değil, dinimizmiş gibi sevindirik oluyoruz. Hadi bunun kutsal bir anlamı var. Peki, bir film yıldızının, bir dervişi oynaması neden bizi bu kadar gururlandırıyor? Onun için sadece bir rol. Bir Hristiyan, rol gereği bile olsa Müslüman olunca bağrımıza basıyoruz.
Filmlerde, Müslüman rolü oynayan aktörlerin, İslam'ı kabul ettiklerine dair hikayeleri havada kapıyoruz.
Devam edelim. Geçen sene yine devletimizin desteği ile başrolde Nicolage Cage'in oynadığı "Hayalet Sürücü 2" filminin çekimleri, Kapadokya'da yapıldı.
Ne diyeyim? Hollywood'un, Kapadokya sevdası çok ilginç geldi bana. Argo filmindeki misal, Ortadoğu'nun egzotik coğrafyası, onları çok etkiliyor olmalı. Yıllarca, Kültür Bakanlığı'nın izni ve desteği ile Topkapı Sarayı, Kapalıçarşı, Kızkulesi gibi tarihi mekanlarda ellerini kollarını sallayarak film çektiler. Sıra Kapadokya'da...
Nicolage Cage ile ilgili haberlerde, çok önemli bir ayrıntı var. Ünlü aktör, Türkiye'den aldığı seccadesini yanından ayırmıyormuş. İnsan, neden seccadesini yanından ayırmaz? Havlu değil ki yüz silesin. Bizim insanımız, böyle bir cümle sarf eden insana karşı, hemen yelkenleri indirir. "Vay be! Adam bizdenmiş." muhabbeti yani. Yakında İslam'ı kabul ettiği haberleri de çıkarsa şaşırmam. Seccadesini hep yanında taşıyan adam, Türkiye'de nereye giderse gitsin kapılar ardına kadar açılır. Bizi, bizden iyi tanıyorlar vesselam..
Bu seccade meselesini, biraz açmak istiyorum. James Bond romanlarının yazarı Ian Fleming bir İngiliz casusuydu ve 6-7 Eylül 1955 hadisesinde, Beyoğlu'ndaydı. İnterpol toplantısı için geldiği otelden niye ayrıldığını ise "15 dakika katıldım. Sıkıldım. Seccade almak için dışarı çıktığımda olaylar meydana geldi" şeklinde açıklamıştı.
Bir seccade meraklısı daha. Hiç seccade merakı olan adamdan şüphe edilir mi?
Şimdi, Hollywood'un göz bebeği olduğumuz haberine dönelim. Elin oğlu, bir çıkarı ya da bir hilesi olmadan bizi, gözbebeği yapmaz.
Malum medyanın durumu, hepimizin malumu. Ama, dini ve ananevi değerleri savunan medyanın, batı emperyalizminin sinema ayağı olan Hollywood'a karşı, biraz daha temkinli yaklaşması gerekmez mi?
Herhangi bir itirazı kabul etmeyecek derecede meseleyi özetleyen bir sözle bitirmek istiyorum. "Amerika'yla baş etmek için iki seçenekden birini tercih etmek gerekiyor. Ya Pentagon'un otoritesini kabul edip özgürlüğünüzü kaybedersiniz yahut da Hollywood'un otoritesini kabul edip kültürünüzü kaybedersiniz." (Jawahar Lal Nehru, Gandi'nin dava arkadaşı)
Bu meseleye, ileride devam edeceğiz inşallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.