Prof. Dr. Şaban Şimşek

Prof. Dr. Şaban Şimşek

Ak Parti Vatan Toprağını Satıyor mu? (2)

Ak Parti Vatan Toprağını Satıyor mu? (2)

Önce, herhangi bir rakam vermeden ve yorum yapmadan, yabancılara mülk satışı ile ilgili olarak Özal Döneminde çıkarılan iki yasayı, anayasaya aykırı bularak iptal eden Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) gerekçesini okuyalım.

“Ülke devletin asli ve maddi unsurlarından biridir. Ülke olmadan devlet olmaz. Ülke devlet otoritesinin geçerli olacağı alanı belli eder.

Devlet, koruyucu unsur niteliği taşıyan üstün kudretine dayanmak suretiyle ülkede yerleşik olan ve devletin diğer maddi unsurunu oluşturan insan topluluğunun güvenliğini ve yararını gözetmek durumundadır.

Bu asli görevi nedeniyledir ki ülke üzerinde egemenliğe dayalı üstün bir hakka sahiptir. Toprak ile ilgili konuda insan haklarına saygılı, adil bir sınırlama devlet için nefs-i müdafaa niteliğindedir.

Ülkede yabancıların arazi ve mülk edinmesi salt bir mülkiyet sorunu olarak değerlendirilemez. Toprak devletin vazgeçilmesi olanaksız temel unsuru, egemenliğin ve bağımsızlığın simgesidir.

Belli bölgelerde toprak alacak yabancılar bu hükümlerden yararlanarak çoğunluk sağlayacak etkinlik kazanabileceklerdir. Bu yöndeki bir gelişme ile satılan, yabancılar tarafından mülk edinilen ülke toprağı ülkeden kopma durumuna gelebilecektir. Tarihte böyle olaylar yaşanmıştır. Arap topraklarında Yahudiler bu yolla etkinlik sağlamış ve bunun sonucu olarak burada İsrail devletini kurmaya başlamışlardır.

Bu nedenlerle ülke topraklarının satışına cevaz veren her iki madde de anayasanın devletin ülkesi ve ulusu ile bir bütün olduğunu saptayan başlangıç hükümlerine de aykırı bulunmaktadır.”

Evet, eskinin AYM’sinin (şimdi epeyce değiştiği için “eski” ibaresini kullandım!) gerekçesi böyleydi… Tamam, “eski AYM ekonomik anlamda fazla devletçi, ideolojik anlamda aşırı ulusalcı bir yapıya sahipti” de, şimdi, eğri oturalım doğru konuşalım; Allah aşkına, “vatan” kelimesine yüklenmiş manayı yüreğinde taşıyan bir insan bu fikirlerin hangisine itiraz edebilir?  Nesi yanlış bunun?..

Belki sadece “Toprak devletin vazgeçilmesi olanaksız temel unsuru, egemenliğin ve bağımsızlığın simgesidir.” cümlesindeki “vazgeçilmez” kelimesine atfedilen manayı tartışabilir o kadar. Bu da, yabancıya bir toprak (resmen ve ilelebet) satmakla, gerçekten bu topraklardan tamamen vazgeçilip geçilmediği, yani satılan bu topraklar üzerinde devletin hükümranlığının külliyen kalkıp kalkmadığı noktasında olabilir.

Peki, durum bu kadar net idiyse; AYM’nin bu kararını aşmak için yeni kanun çıkarılırken, (ister o taraftan ister bu taraftan) konuya duyarlı insanların endişelerini giderecek herhangi bir argüman ortaya konuldu mu?.. Bu millete “Satılıyorsa da toprağı sırtlarında götürmüyorlar ya kardeşim! Hem kasamıza sıcak para giriyor ve bununla da memleketi mamur kılıyoruz!” demekten başka bir açıklama yapıldı mı erk sahibi insanlar tarafından?..

Ben hatırlamıyorum, yapılmadı. O gün yapılmamıştı, bugün de (2012 de çıkarılan ve neredeyse “her şey serbest” diyen Tapu Kanunu’nu kast ediyorum)  yapılmadı.

Bu kadar ciddi bir konuda maalesef kamuoyunda yeterli bir tartışma ortamı da olmadı. Kısmen olduysa da bunlar milletin bir kesiminin meclisine hiç uğramadı… Dolayısıyla insanlar meseleyi idrak edemediler. Mesela ben bu satışlarla edinilen hakkın büyükelçiliklerin mülkü niteliğinde olduğunu, yani tasarruf babında o devletin toprağı olduğunu yeni öğrendim.

Öyle ya da böyle, sonunda kanun koyucular toplandı ve herkesin ortak malı olan, dedelerimizden miras vatan toprağının yabancılara satışına, hem de mütekabiliyet esası aranmaksızın ve neredeyse limitsiz, izin verildi. CHP bunu da (‘her zamanki gibi, diyeceğim’ ama burada CHP’ye hakkını veriyor ve ‘diyemiyorum!’) AYM’ye götürdü. Ancak AYM eski AYM değildi; kendini yenilemişti(!) CHP’nin başvurusundaki iptal istemine sıcak bakmadı. Dahası eski AYM’nin “Bakanlar Kurulu’na verilen yetkileri yasayla belirleyin” şeklindeki hükmüne de itibar etmedi. 

Şimdi mutat bir vatandaş çıkıp da “ Yahu arkadaş, bu meselede, eski AYM’nin ideolojik anlayışında olanları bir tarafa bırakalım (Aslında bunu sözün gelişi böyle söylüyorum, bırakılamaz tabii.) misyon olarak size yakın olan, seçimlerde size oy veren ya da verme ihtimali yüksek olan vatandaşa da mı bir açıklama yapma gereği duymaz insan. Yani ‘siz zahmet etmeyin, ben sizin yerinize düşünüyor ve sizin düşünebileceğinizden daha iyisini yapıyorum zaten, başka ne istiyorsunuz?’ anlayışını mı layık görüyorsunuz bize” dese haksız mı olur?

Burada şu soruları sorsak fazla mı muhalefet etmiş, çok mu ileri gitmiş oluruz acaba!?: Bu insanlar kanuni hak ve sorumluluklara sahip birer reşit vatandaş değiller mi? Bu devlet, onlar adına, yine onlardan alınan yetkiyle yönetilmiyor mu? Kanunlar onların iyiliği için çıkarılmıyor mu? Cevap “evet” ise neden yeterli bilgilendirmeler yapılmıyor? Niçin sorulmuyor millete? Çocuk mu bu insanlar? Oyunu vererek körü körüne sözde şeyhine bağlanmış, kimliğini ona teslim etmiş tebâ mı bunlar? Var mı demokratik yönetimlerde böyle bir anlayış? Geçelim demokrasiyi filan İslam’ın ruhunda mevcut mu böyle bir şey?

Çok akıllı, ya da az akıllı herkes, Allah indinde kendisinden, ailesinden, geleceğinden ve ilintili olarak toprağından, vatanından sorumlu değil mi? Hesabını bizatihi kendisi vermeyecek mi tüm yaptıklarının? Bu dünyadan göçerken, ateşini de misk kokusunu da, ameline göre bizzat kendisi, şairin deyimiyle “-bile-“ götürmeyecek mi yalnızca mizan terazinin ölçü olduğu o sonsuzluk âlemine?

Şüphesiz inanan insanlar olarak bu sorulara “Tabii ki Evet” cevabı verilecektir, eminim. Kimsenin inancına dil uzatacak halimiz yok. Onu ancak Allah bilir ve öyle beyan ediyorsa öyledir.  Peki, o zaman Allah indinde öyle de İktidar indinde niçin böyle? Yani ortak değerler çok mu birbirinden farklı Allahın iktidarı ile siyasi iktidarın iktidarı arasında? 

Şimdi, bu durumda millet ne yapsın?.. Sayın Başbakanın sürekli vurguladığı üzere sadece seçim sandığını mı beklesin?.. Vatandaş “O zamana kadar toprak ayaklarımın altından kayıp giderse ne olacak? Sandık onları geri getirebilecek mi” diye sorarsa, ona nasıl bir cevap verilecek?

Bununla elbette Geziciler gibi (iyi niyetli ve tam da benim burada ifade etmeye çalıştığım üzere sadece iktidardan ‘adam yerine konulmayı’ talep edenleri tenzih ediyorum) sokağa düşmeyi kastetmiyorum asla, ama bu konuda insanlar birazcık olsun rahatlatılamaz mıydı? “Büyüklerimiz iyi düşünür, iyi bilir, iyi yapar” gibi edilgen babaerkil teslimiyetçi bir anlayıştan her vatandaşının değerli olduğu, (tabir caizdir!) adam yerine konduğu, ortak aklın işletildiği, devlet işlerinde açıklığın şeffaflığın hüküm sürdüğü, hesap verebilirliğin sadece seçim tarihlerine bırakılmayıp her daim gündemde olduğu katılımcı bir demokrasiye doğru küçük bir adım atılamaz mıydı?

Kötü mü olurdu böyle bir olgunluk, demokratlık, eskilerin tabiriyle âlicenaplık? Bu durumda seçim mi kaybedilirdi? Askeri darbe ya da sivil kalkışma mı olurdu yoksa!?

Yabancıya mülk satışında yeterli bir açıklama yapılmadığı gibi bir de “kim almış, ne kadar almış, kim satmış, kime satmış” gibi bilgilere ulaşmalara da sansür konmuş!? Allah aşkına, açıklığın, şeffaflığın temel düstur olduğu demokratik bir rejimde olacak iş mi bu? Bunları bilmeden oyunu kullanacak bir vatandaş demokratik seçim hakkını gerçekten kullanmış olacak mı?

Bu “farkındalığı olmayan oy”la demokrasinin temel gereğini gerçekten yerine getirmiş olacak mı? Böyle bir seçim, kamu vicdanında ve evrensel hukuk değerleri çerçevesinde, seçilene meşruiyet kazandıracak mı?..

Bunlara verilecek cevap, demokrasiyi içine sindirmiş insanlar için olsa olsa “Hadi canım sen de!” olur herhalde diye düşünüyorum.

Durum böyle olunca iş başa düşüyor tabii. Ne mi yapılıyor? Bazı rakamlar elde etmek için saha çalışması yapılıyor. Mesela, Didim’deki su faturaları inceleniyor ve 9 000 tane faturanın İngilizce basıldığı belirleniyor. Böylece araştırmacı “Haa demek ki burada bu kadar satış yapılmış” saptamasını yapmış oluyor!!! Bu arada küçük bir not olarak şunu da eklemeyi ihmal etmeyelim: Didim Belediye Başkanı bir CHP’li! Yani varın gerisini (diğer belediyeleri) siz düşünün artık. Eski bir radyo spikerinin deyimiyle, gerçekten “durum –şitelike- sayın seyirciler.” 

Valla, bütün bunlarla ne yapılmak isteniyor, mesela toplumda ille de hararet yükselsin, seçimlere matuf olarak kemikleşmeler olsun mu isteniyor, bilmiyorum. Eğer öyleyse, gerçekten kötü. Kahir çoğunluğu yalnızca huzur ve barış isteyen, bu kutsal vatan toprakları üzerinde bir arada kardeşçe yaşamayı çatışma kültürüne tercih eden millete reva görülecek şey değil bu?

Fırat kenarında koyundan kendini sorumlu tutan bir inancın temsilcisi olduğunu beyan eden siyasi erkin geldiği nokta burası olmamalı?

…Şimdi biz bunları, kısmet olursa devam etmek üzere gelecek haftaya bırakalım ve bu makalenin son sözünü, bizim için her şeyi düşünen (!) büyüklerimizi (naçizane tabii) düşünerek Namık Kemal’e bırakalım:

Senindir şimdi cezb-i kalbe kudret setr-i hüsn etme
Cemâlin ta ebed dûr olmasın enzâr-ı ümmetten

(Şimdi kalbi fethedecek güç sendedir, güzelliğini gizleme;
ki güzelliğin, milletin nazarından ebediyete kadar uzak kalmasın.)

Kısmet olursa, haftaya, konuya diğer ülkelerdeki durum, mütekabiliyet ve satış rakamları ile devam edeceğiz.

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
14 Yorum
Prof. Dr. Şaban Şimşek Arşivi