Köyde bayram namazı
Bozdağ yamaçlarının Gediz ovasına bakan yüzüne kuruludur köyüm. Yani Manisa’nın Turgutlu ilçesine Bağlı Osmancık köyü. Hemen önünde, Turgutlu yayılmıştır. Karşıda Çaldağ ve Spil dağı... Batıya doğru ise, Belkahve youkuşu barına kadar Kemalpaşa Ovası uzanır
Köyün arazilerinde eskiden her yer üzüm asmalarıyla doluydu; şimdi erik, armut, kiraz, kayısı, badem, zeytin, dut, incir, elma ağaçları... Bir kısmı doğrudan ihraç edilen meyveler, Mayıs ortasında başlar taaa Ekim başına kadar sürer.
Akşamları, karşı yamaçlarda öbek öbek saçılmış billurlar gibi köy ışıkları... Hemen önünde kırmızı, sarı yeşilimsi ışıklar saçan kristaller gibi Turgutlu... Hafif serin esen rüzgârın verdiği yaşama sevinci...
Yılda bir kaç defa giderim Turgutlu’ya ve her gidişimde köyüme de uğrarım ama bu defa köyüme, çocukluk yıllarımın, daha şehre taşınmadığımız yılların bir hatırasını yaşamak üzere gitmek niyetindeydim.
1965 yılında 9 yaşımdayken ayrıldığım köyümde, yarım yüzyıl sonra, oğlumla beraber bayram namazı kılmak istiyordum.
Niyeyse, köylerde yaşanan dinî hayat bana daha masum, daha saf ve daha samimî gelir. Bu samimiyeti tekrar yaşamak için bu yıl, bayram namazını çocukluk çağımın geçtiği köyümde kılacak şekilde ayarladık vaktimizi. Yoksa, ben de 2013 yılı Ramazan Bayramı namazını Sultanahmet’te kılmak istiyordum.
Köyümüzün câmii değişti tabii. Kare alanlı ve kiremit çatılı eski cami artık kullanılmıyor. Yanına kubbeli bir cami yapıldı. 1960 yılında yapılan ama şimdi yerinde yeller esen ilkokuldan sonra, yeni cami, köye giren ikinci “şehir mimarisi” idi. Elbette, yeni cami geniş mekânı, kubbesi ve çini süslemeleriyle basit bir “şehir mimarisi” olarak değil, “medeniyet mimarisi” olarak girmiştir köyümüze.
•
Merkezî sistemle şehirden yapılan va’z u nasihatin ardından Bayram Namazını tarif etti vâiz... İmam efendi, mikrofon ve hoparlör aracılığıyla yapılan tarifi görsel hâle getirip daha da zenginleştirmek için (Yok... Merkezden yapılan tarife inanmadığı için değil.) bir daha tarif etti. Sonra, her yerde olduğu gibi namaz kılınıp hutbe okundu; dualar edildi ve her yerde olduğu gibi Tekbirler getirildi.
Ne yalan söyleyeyim getirilen Tekbir’de heyecanlandım.
Tekbir ve Salât-ı Ümmiye bilincine Lise yıllarımda ulaşmıştım. 300 yıl önce vefat eden Itrî’nin bestelediğini bu iki muhteşem eserin, toplumumuzun ortak söyleyebildiği bir kaç besteden ikisi olduğunu öğrenmiştim. Elbette çocukluğumuzda köyde de okunurdu Tekbir ve Salât-ı Ümmiye... O zamanlar ne Itrî’yi bilirdim ne bestelerin ihtişamının farkındaydım.
Vaktiyle dünyadan haberim yokken ayrıldığım köyüme ve çocukluğuma, yıllar sonra Tekbir, Itrî ve Yahyâ Kemal’in “Itrî” şiiriyle dönüyordum. Yahya Kemal’in “O şafak vaktinin cihangîri” dediği Itrî’nin Tekbir’ini köylülerimle beraber okurken insaniyet ve manevi atmosferin derinliğine gark olmuştum.
Çocukluk günleri... 50 yıl öncesi... Arkadaşlar... İtrî... Yahya Kemal... Hepsi bir aradaydı... O yüzden heyecanlanmıştım.
Namaz bitip camiden çıktığımızda, cemâatin tamamı bahçede “musafaha”ya durmuştu. Yaşlılar... Gençler... Çocuklar... Bütün cemaat musafaha edip bayramlaştık.
Sonra gene bir yamaçta olan kabirleri ziyaret...
Sabah rüzgârı meyve ağaçlarının arasından, hâlâ serin serin esiyordu...
•
Geceydi... Gökyüzünden yıldızlar düşüp karşı yamaçlarda puantist resim tabloları oluşturmuştu. Gediz ovasına düşen yıldızlarsa, ışık cümbüşü gibiydi... Makina-motor gürültülerinden uzak geceyi, böcek sesleri dolduruyordu. Ben yayla evinde bu yazıyı yazıyordum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.