Ak Parti Vatan Toprağını Satıyor mu? (3)
Şimdi, yabancıya toprak satışında, diğer ülkelerdeki duruma şöyle bir göz atalım:
- İsviçre: Yabancıya toprak satışı yok denecek kadar kısıtlı.
- İsrail: Toprakların%80’i Yahudi Milli Sandığı ve devlete aittir. Bu toprakların değil yabancıya, kendi vatandaşına satışı dahi mümkün değildir. Kentsel yerleşim alanlarında %7-8’e kadar satış mümkün ama bu daha çok arazinin işletmecisi veya kiracısı olmak şeklinde.
- Polonya: Tarım ve orman arazilerinin yabancılara satışı (12 yıl boyunca) yasaklanmıştır.
- İngiltere: Toprakların kraliçeye ait olması nedeniyle yabancıya mülk satılamaz. Yabancılar sadece belli bir süre için kullanım hakkı elde edebilirler.
- İsveç: Yabancıların tarım arazisinde mülk edinmesi yasaktır.
- Yunanistan: Sınıra yakın bölgelerde ve adalarda taşınmaz satışı yasak. Bu yasak Yunan vatandaşları için de geçerli.
- Danimarka: AB üyesi ülkeler içinde en katı sınırlama yapan ülke.
- Rusya: Yabancıya toprak satışı yok.
- Bulgaristan: Yabancıya toprak satışı yok.
- Romanya: Yabancıya toprak satışı yok.
- Hırvatistan: Yabancıya toprak satışı yok.
- İran: Yabancıya toprak satışı yok.
- Almanya: Almanya'da geçerli bir pasaportu olan herkes taşınmaz alımı yapabiliyor ancak bu ülkede taşınmaz satın almak, ülkeye göç etme hakkını vermiyor! Ve hatta ülkeye giriş-çıkışlarda vize alma kolaylığı bile sağlamıyor!
- Belçika: Yabancıların taşınmaz alımında sınırlama yok.
- İrlanda: Tarımsal amaçlı arazi ile konut yapımı amaçlı alımlarda üst sınır var: 20 dönüm.
- İspanya: Askeri alanlar gibi hassas bölgeler dışındaki yerlerde yabancıların taşınmaz edinmesine yönelik herhangi bir kısıtlama yok. Bugüne kadar 2 milyon taşınmaz yabancılara satılmış durumda. Bu yönüyle İspanya Avrupa birincisi.
- İtalya: AB üyesi olmayan bir ülke vatandaşının, karşılıklılık ilkesi çerçevesinde taşınmaz edinmesi mümkün.
- ABD: Yabancıların taşınmaz edinmesini kısıtlayan federal ve eyalet düzeylerinde birçok düzenleme bulunuyor. Bunlar özellikle 11 Eylül saldırısından sonra daha da sıkılaştırılmış (Bunu ‘Müslüman’a yok’ şeklinde algılayabilirsiniz, ŞŞ).
- Kanada: Sınırlama bulunmuyor, ancak federal devlet ve İngiliz Kraliyet ailesine ait taşınmazların alım satımı yasak.
- Meksika: Yabancılar belirlenen yasak bölgeler dışında taşınmaz alabiliyor.
- Çin: Bütün araziler devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Sadece belirli bir süre için kullanım hakkı veriliyor.
- Hollanda: Kuzey denizi kenarında yakın bölgelerin satışı yasak.
- Avusturya: Mütekabiliyet şartı aranıyor. Belli ölçülerde satış var.
- Fransa: Yabancılar için konut almada çok çekici gibi görünüyor. Ancak uluslararası vergi taşınmaz planlaması mevzuatı ve uygulaması ciddi sıkıntı yaratıyor.
Hulâsa, dünyada durum biraz karışık olmakla beraber anlaşılan şudur ki; hemen hiçbir ülkede tarım arazileri ülke vatandaşı olmayanlara satılmıyor. Satılıyorsa da çok kısıtlı miktarlarda satılıyor. Bazılarında, sanki istemeyerek satış yapıldığı (mütekabiliyetin getirdiği zorunluluk olsa gerek!) intibaını veren, bürokratik engeller çıkarılıyor. Buna karşılık yabancılar için kentsel yerleşim yerlerinde kat mülkiyetine sahip olma imkânı daha kolay. Ancak, ülkelerin tamamına yakını bütün bu hakları mütekabiliyet esasına bağlamış durumda.
Globalleşen günümüz dünyasında, her geçen gün, ticaretin sınırları kalkıyor (gümrük birlikleri, serbest ticaret bölgeleri vesaire), mal değişimlerinin kapsamı genişliyor, sermayenin serbest dolaşımı artıyor, çok ortaklı şirketler uluslar arası nitelik kazanıyor vesaire. Kısaca ülkeler arasında, neoliberal ekonomik düzenin önündeki engeller, karşılıklı olarak bir bir kaldırılıyor. Devletler bir araya gelip bu işleri kurumsallaştırıyor (AB, NAFTA, Şangay Beşlisi vs) ve birbirlerine sınırlarını açıyorlar. Ama bize ve bizim gibi gelişmekte olan (aslında çoğu gelişmemiş) ülkelere gelince iş anında değişiyor. Özellikle mülk edinme anlamında bizim sınırlar ardına kadar açılıyor ancak onlarınkisi kapı duvar. Bazıları bırakınız mülk edinmeyi, mülklerine adım bile attırmıyorlar; vize istiyorlar.
Bilindiği gibi mütekabiliyet kelimesi devletlerarası hukukta, karşılıklılık (ya da “karşılıklı aynı’lık”, ŞŞ) anlamında kullanılan yerleşik bir terimdir. Bir devlete doğru siz bir adım atarsanız onun da size doğru aynı büyüklükte bir adım atması; vatandaşlarına bir hak tanıdıysanız onun da sizin vatandaşınıza aynı hakkı tanıması anlamındadır. Bu çerçevede, mesela bir masaya karşılıklı oturursanız bir tarafın sandalyesi diğerininkinden daha gösterişli ya da yukarıda olamaz vs.
Geçen haftaki yazımızda da bahsettiğimiz gibi yabancılara taşınmaz satışı için yapılan kanun düzenlemelerinde bu esas hep bir nirengi noktası olmuştur. İlk aranan olduğu ve çoğu kanunda da bulunduğu için bununla, “Ya kardeşim, mütekabiliyet esası var. Vatan elden gidiyor diye niye ortalığı velveleye veriyorsun? Karşılık olarak git sen de adamların memleketinden istediğin araziyi al” diyerek savunur kendisini satıştan yana olanlar!
Ama kazın ayağı pek de öyle görünmüyor. Hiçbir hukuki engel olmasa ve aynı zamanda uygulamada bir sorun çıkarılmasa(!) dahi mütekabiliyet esasından faydalanılarak yabancı ülkeden arazi almak kolay değil. Zira bunun için öncelikle yeterli bir ekonomik güce sahip olmak gerekiyor. Müslüman ve Türk olarak karşılaşacağınız satıcı tercihleri ve bürokratik engeller işin cabası tabii! İşte bunlara da mütekabiliyetin fiili karşılığı (“fiili mütekabiliyet”) deniliyor.
Fiiliyata geçiremedikten sonra, kâğıt üzerindeki mütekabiliyet hakkı olmasının da bir anlamı yok tabii. Belki züğürt tesellisi oluyor o kadar. Niçin mi?
Köyüne gitmek için otobüs bileti almaya parası olmayan vatandaşın uzay mekiğiyle aya gitme özgürlüğünün olması gibi bir şey bu!?.. Kaldı ki Türkiye’mizin İsrail’le, İngiltere’yle, ABD’yle, Suudi Arabistan’la, diğer Arap ülkeleriyle mütekabiliyeti yok. Biz oralardan zırnık arazi alamıyoruz ama Şeyh hazretleri gelip Boğaziçi’nin en güzel yerine konabiliyor, Yahudi-Ermeni şirketleri (Türklerle ortak ya da değil fark etmez!) Doğu’dan, Güneydoğu’dan istediği araziyi kapatabiliyor ya da İngilizler, Almanlar turistik yörelerin en güzel köşelerini (sadece ölünceye kadar değil öldükten sonra da çocuklarına bırakmak üzere!) sahiplenebiliyorlar!
Konunun en zoruma giden taraflarından biri de İngilizlerle olan ilişkimiz. Onlar gelip bizden on binlerce taşınmaz alıyorlar da biz onlardan bir karış toprak bile alamıyoruz! Niçin? Çünkü onların toprağı kraliçenin!!? Yani kendi milleti kadar soylu olmayanlara(!) “sizin yiyeceğiniz pasta değil bu” diyor haşmetlu asilzadeler!
Şimdi burada “Ya kardeşim onlarınki Kraliçe’nin Pastası da bizimki Yağma Hasan’ın Böreği mi?” desek çok mu yersiz kaçar? Mütekabiliyet aramaksızın bu işin önünü açmak için canhıraş uğraşan ama AYM’ye takılarak başarılı olamayan rahmetli Özal’a ya da bunu başararak bir anlamda Özal’ı da aşan Sayın Erdoğan’a karşı ayıp mı ederiz? Dinden çıkar, mürtet mi oluruz???
Bu arada… Özgürlükler ülkesi olarak bildiğimiz İsveç, Danimarka, İsviçre gibi ülkelerin yabancıya toprak satışında Avrupa’nın en cimrileri olması da gerçekten çok dikkat çekici. Üstelik bizim gibi dışarıda komşularıyla sınır sorunları, içeride farklı husumetli etnik yapılanmaları filan da yok? Demek ki yabancıya toprak satışı, pek de öyle özgürlüklerle paralel düşünülecek bir mefhum değil.
Şimdi bütün bunları yazdıktan sonra… Maalesef tek sesli hale gelen “Yüzde Ellilik Türkiye Korosu”ndan “Sen de mi Brutus” sesini duyar gibi oluyorum!.. Ne yapalım, benimki de kader işte: Tayyib’in Fedai’liğinden Tayyib’in Brutus’luğuna. (“Sarıkız”cı Orgeneral Eruygur’un kulakları çınlasın! bkz; Prof.Dr. Şaban Şimşek, Ak Parti’nin Ölçü ile İmtihanı, s: XI-XIII, Barış Kitap, Ankara) O zaman, fedai diyen karşı grubun hedefindeydim, şimdi ise Brutus diyen beri grubun. Oysa ben hep aynı benim; ne o zaman fedai idim ne de şimdi Brutus.
Ama şunun o korodakiler ve mayestro tarafından bilinmesini arzu ederim ki benim yaptığım, dün de aynı bugün de aynı; bir cümleyle, “eğriye eğri doğruya doğru” demek. Yani hakkı üstün tutmak, haklıyı savunmak; başka bir şey değil. Bunun için düşüncelerimi, fikirlerimi, araştırma sonuçlarını olduğu gibi ve herhangi bir maddi karşılık beklemeden ortaya koyuyorum. Diğer bir deyişle alenen ama meccanen satıyorum!
Çünkü ben bir Müslüman ve naçizane bilimle uğraşan bir insan olarak, bir malın zekâtının kırkta bir, yani yüzde iki bucuk ama bilginin-fikrin-ilmin zekâtının yüzde yüz olduğuna ve bu meyanda ilimin de bir namusu olduğuna inanırım.
Hulasa bunları yazmakla, öncelikle inancımın gereğini yerine getirmiş oluyorum. Kimseye düşmanlığım yok. Aksine ciddi bir emek vererek elde ettiğim bilgileri, oluşturduğum fikir ve öngörüleri, kendimce kılı kırk yararak uyarı ya da hatırlatma mahiyetinde, bir kısmı aynı zamanda dostumuz olan idarecilerimize ve milletimizin geneline sunuyorum. Anlayan anlar, anlamayana ya da beni ille de muhalif olarak görmek isteyenlere de “Allah feraset versin” diyorum. Başka ne yapabilirim ki?
Hadi, makaleyi bitirirken bizim korodaki dostlarımıza bir iyilik daha yapalım ve güzel bir şiirden duruma uygun bir beyit sunalım:
Durup ahkâmı nusret ittihâd-ı kalb-i millete
Çıkar âsâr-ı rahmet, ihtilâf-ı rey-i ümmetten
(Başarının hükmü milletin gönül birliği ile mümkündür,
Koruyucu eserler ise toplumun fikir ayrılıklarında ortaya çıkar.)
Kısmet olursa haftaya, çarpıcı rakamlar ve son tahlille konuyu noktalayacağız
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.