Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Bayramlar bayram ola

Bayramlar bayram ola

Hızlı geçen ömrün işaret taşlarıdır, bayramlar...
Her bayramın ayrı bir anlamı, farklı bir derinliği var...
Hele bir de çocuksanız bayramlar bambaşka bir hale bürünüp hatıraya dönüşür…
Bir de çocukluğunuz, benim gibi, şirin bir kıyı köyünde geçmişse…

Çocukluğum bir köyde geçti. Geçmedi aslında, köyümde yaşıyor tüm tazeliğiyle. Ve her yıl bendeniz, çocukluğumla buluşmak üzere köyüme gidiyorum.

Bu bayram da niyetlenmiştim, fakat yolların durumu malum. Cesaret edemedim.
Gidebilseydim, hasretimi yapraklarındaki şebnemlerde saklayan ıhlamurların altında gölgelenir, aradan geçen bunca seneye rağmen diri kalabilen hasretime şaştıkça şaşardım.

Şebnemler, hasret dolu hatıraları uzatırdı kollarıma: Çocuksu heyecanları yeniden yaşardım...

Çok gerilerde kaldığını sandığı çocuksu heyecanları yeniden yaşamak, sonsuz bir haz verir insana. Dünden güne gelen zamanın her kavşağında dikili taşlara kazılı kitabelerde kendinizi okumaya çalışırsınız. Ömür takviminin her silik satırı yüreğinizde ürperir.
Köyümde attığım her adım, çocukluğumun bayramlarına taşır beni.

İşte rahmetli anacığımın kucağında kim bilir kaç kez çıktığım kaldırımlar. (Asfalt olmuştur)
İşte Maksut Hoca’nın minare yerine kullandığı kiraz ağacının yeri (çoktan kesilip yakılmış, yeri bile betonlanmıştır)…

İşte saklambaç oynarken, varlığımı sır perdesine sarıp sarmalayan otluk. (yerine iki katlı beyaz badanalı bir ev dikilmiştir)…

İşte babamın buruşuk kravatını takıp gittiğim son bayram yeri…
İşte çift sürdüğüm tarla (önce çay ekilmiş, sonra da parsellenip satılmıştır)…
İşte hatıraların yüreğimde yumak yumak olduğu ilkokulum...

Ve her milli bayramda altı delik lastik ayakkabılarımı vura vura “cumhuriyet/hürriyet” şiirleri okuduğum giriş kapısı…

Karşımda Başöğretmenim Hikmet Beyin hayali:
“Çocuklar” diyor, “bayramınız kutlu olsun!”
Neden “mübarek olsun” yerine “kutlu olsun” demeyi tercih ettiğini bir kez daha anlamaya çalışıyorum.

Hayat girift, ama kısa bir mektup aslında...
Çabucak okunuyor, fakat çabucak kavranamıyor, özüne kolaylıkla ulaşılamıyor.
Hayatın özüne ulaşıncaya kadar yalpalıyor, insan... Her mükemmele bir “tesadüf” kulpu takıyor.

İlk bakışta “tesadüf” gibi görünen kimi olguların, aslında tüm ayrıntıları hesaplanmış ince bir plân olduğu gerçeğine ulaşıncaya kadar yalpalayan gençliğimin bir bölümüne yüreğim hâlâ yanar.

Nihayet ekolojik dengede kendini açığa vuran ezeliyet sırrının tesadüflerle örülmüş değil, derin bir ilim ve hikmetle oldurulmuş fevkalâdelikler olduğunu fark ettim. Hayatın sırrı çözülür gibi oldu. Yaradılışın özündeki mucizeyi gördüm: Meğer hayat zincirleme yardımlaşma imiş…

Hayatı, “salt mücadele” sayan anlayışın beyninize ve yüreğinize pompaladığı “iç savaş”lar, bunu fark edince, biter. Kâinattaki mânâsızlıklar, mânâya kavuşur.
İnsan olarak yaratıldığınıza, şükretme ihtiyacı duyarsınız.
Bayramlar bu gerçekleri idrak için de önemli fırsatlardır.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi