Adalet bu, “boru” değil!
Hakkındaki cezayı duyduğunda “İlahi adaleti unutmayın” diye bağıran Genelkurmay eski başkanı Org. İlker Başbuğ’dan hafızamda başka bir görüntü kalmış: Topraktan çıkan law silahını basına göstererek, “boru” diyor...
Ardından Albay Dursun Çiçek tarafından atılan ıslak imzalı belgeyi gazetecilere doğru sallıyor:
“Kâğıt parçası!..”
Trabzon Limanı’nda demirli TCG Oruçreis Fırkateyni’nde düzenlediği basın toplantısında sarf ettiği sözler de hafızamda kaldı.
TSK’ya karşı bir yıpratma harekâtı yürütüldüğünü iddia ediyor (kendi ifadesiyle “asimetrik psikolojik harekât”), ardından şöyle bir tehdit de savuruyordu:
“Bu konuya özellikle, bugün üzerinde beraber olduğumuz TCG Oruçreis Fırkateyni’nde değinmemin özel bir anlamı vardır. Herhalde herkes, açıkça ne demek istediğimi anlamaktadır.”
Taraf gazetesinin 20 Ocak 2010 günü attığı “Fatih Camii bombalanacaktı” manşetini kastederek, “Allah Allah diyen bir ordu cami bombalar mı” diye soruyor (diktatör Esed neden bombalıyor ki?), sonra yumruğunu masaya çakarak, “Lanetliyorum onları!..” diye bağırıyor...
Law siyahına “boru”, Ergenekon belgelerine “kâğıt parçası”…
Ötesi gözdağı, tehdit, sindirme…
Aklımda bunlar kalmış…
Asıl mesele şu: Olayı küçümserken, Başbuğ, gerçekten kendi söylediklerine inanıyor muydu, yoksa kamuoyunu kandırmaya, korkutmaya mı çalışıyordu?
Videolarını defalarca seyrettim: Söylediklerine inanıp inanmadığını kestiremedim, zira askerler renk vermemeleriyle ünlüdürler...
Ama şu kesin: Müthiş bir özgüven içindeydi...
Beden dili, “Bize kimse dokunamaz, dokunan yanar” mesajı veriyordu.
Dokunuldu. Adalet bu boru değil!
Demek o günden bugüne ne çok şey değişti: İnsan gördüklerine inanmakta zorlanıyor.
O da zorlanmış ki, durmadan mektuplar yazıyor. “Milletin gönlündeki rütbelerimiz sökülemez” diyor, mektuplarının birinde. Biri ona söylesin: Kaos çıkarmak için Fatih camiini bombalama plânları yapanların milletin gönlünde yeri yoktur!
¥
İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu’dan da hafızamda kalan kareler var…
Başörtülü öğrencilere ve ailelerine dünyayı dar etmişti…
İkna odaları kurmuş, başını cebren ve hile ile açtıramadıklarını okuldan kovdurmuştu...
“Adalet” isteyenlere “çağdaşlık” diyor, “eşitlik” arayanlara “cumhuriyet” diyor, “özgürlük” diyenlere “açma şartı” dayatıyordu.
Baktım Silivri çıkışında jandarmaların arasında bağırıyor:
“Bizi esir aldılar… Böyle adalet mi olur?”
Düşünüyorum: Neden insan elinde yetki varken hatırlamadığı “adalet”, “özgürlük”, “eşitlik” gibi kavramları, onlara ancak kendisi muhtaç olduğunda hatırlar?
Bendenizi de “Balyoz” listesine yazmışlardı. Darbe başarılı olur olmaz ilk dalgada tutuklanacak yazarlar arasındaydım.
Keser döndü sap döndü, gün geldi hesap döndü, beni tutuklamak isteyenler tutuklanıp Silivri’de yargılandılar ve ağır cezalara çarptırıldılar…
O kadar ki idam cezası yürürlükte olsaydı, şimdi idamlıkları konuşuyor olacaktık.
Hayır sevinmedim: Başkasının felaketinden saadet üreten insan, insan değildir!
Keşke olmasaydı… Yapmasalardı…
Meşruiyet dışına çıkmasalardı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.